Amacımız ORDU, BOZTEPE ve ORDU' nun yüzölçümü bakımından en büyük Mahallesi olan Nizamettin Mahallesini tanıtmaktır.
Hakkı ALAY
ORDU TARİHİ İL OLUŞU , ORDU TAYYARESİ , KARADENİZ MEŞHUR GEMİLERİ ORDU DEPREMLERİ, TARİHİ YERLER, AYANLAR
ORDU İLİ 52 PLAKA
2022 TEMMUZ
ORDU
Antik dönemde Sinop İlinin kolonisi durumda olan ve Amfiteatr
şeklindeydi.
Boztepenin eteklerinde
kurulu bir yerleşim yeriydi. 20. Yüzyıl başlarında
Pirinç tarlalarıyla doluydu. Sivrisineklerden dolayı yerleşim zordu ve halk
senenin 3/ 4 ünü (yarısından çoğunu)
yaylalarda özellikle çambaşında ve Karagöl Yaylasında geçirirlerdi. Ahalinin
çoğunluğu 15000 nufusun 5500 ü Rumlardan
oluşmaktaydı. 350 Öğrencili POSOMİADİOS Okulu, 150 Öğrencili Karidios Okulu ,
Anaokulu 150 öğrencilik 5 sınıflı kız okulu bulunuyordu.
Orduda Yunuslar tutulur balık yağı üretilirdi.
Bunlarla kundura ve terzilerin dükkanları aydınlatılırdı. 309 tane köy bulunup
hayvancılık gelişmiş tereyağ, peynir, yumurta
ihraç ürünleriydi
ORDU İLİ İL OLUŞ KANUNU
Ordu livasında Etkili kişiler; VE İl oluş devamında gelişmeler.
1-Karahisar Mebusu; Serdaroğlu Mustafa bey,
2-Bolu Mebusu Tunalı Hilmi bey, önceleri Orduda
Kaymakamlık yapmıştı.
3-Şebinkarahisar Mebusu; menduh bey,
Mesudiye ilçesi 20/5/1933 tarihinde Orduya
bağlandı. Fatsa ve Ünye Orduya bağlanmak istemiyorlardı. Hatta ünyede bir karşı
çıkış mitingi bile yapıldı.Ünye Her
zaman Ordudan ayrılmak il olmak için çalışmışlardır.
4 Nisan 1921 Ordu Liva olunca Valiliğine Ahmet Faik Günday gönderildi. Bu
Vali Fatsa ve Ünyelilerle çok uğraştı. Ahmet Faik Günday ; İsa Cordanın
inkılab-ı İçtima-i Kulübü azalarından oluşan 75 kişilik ekiple beraber valilik ileri gelenleriyle Ünye Ve
Fatsaya ziyaret yapılır. Buralarda
“İntibahi Milli Piyesi oynandı ve gelirleri Okullara bırakıldı. Vali dönüşünde
Bolamanda Hazinedarların misafiri oldular. Heyet ziyareti olumlu etki etmiştir.
Ordu Mebusu Recai Bey ilk olarak Ordu Sivas
yolunu gündeme aldırdı. Sırrı paşa çok çalıştı. Ordunun Vonasının tabii liman olduğu
Ve ticaret için güvenli limanların
önemli olduğunu Recai Bey mecliste uzun uzun anlattı. Yine Ordu Mesudiye yolunun önemini Bir zamanlar
Ordu Kaymakamlığını yapan Tunalı Hilmi Bey de Ordunun dereyol projesine destek
istemişlerdir.
Bu yolun 1873 yılında sivas Valisi Halil Rıfat
Paşa ve Ordu Valisi sırrı paşa bu yolu açmışlardı. 1890 Çıngıryan Efendi proje
çizdiyse de yol bugüne kadar gelişme olmamıştır. Bunun üzerine yol isteği “ Ordu sivas yolu kanunu 50
000 Lira ödenekle 12/4/1921 kabul
edildi. Bu tarihte ordu ili 360 köy ve 160 000 nufuslu il idi.
İçişleri
Bakanı Fethi Bey 13 Mart 1922 Orduyu ziyarete geldi . Fethi Beyi Ordu
Mutasarrafı Ethem Bey karşıladı. Bu ziyarette Giresun Belediye Başkanı da olan
Topal Osman, Çürüksulu Ziya Beyler de vardı. Ethem bey Kafileye yemek verdi. Bir gün sonra da Çürüksulu Ziya
Bey Hacı Harun Efendi Konağında yemek verdi. Ordu Ziyareti heyecanlı geçti.
TARİHTE ORDU
İl
merkezinde bilinen ilk yerleşme yeri, Kirazlimanı Mezarlığı yanındaki Bozukkale
(Kotyora)dır. Kotyora’nın Grekçe’de Dağ Eteği anlamına
gelmektedir. M.Ö. IV. Yüzyıl’da burada yerleşik bir kavim kolonisi yaşadığı
bilinmektedir. Bazı tarihçiler Kotyora kelimesinin
aslının Kut Yöresi olduğunu, burada Kut Türklerinin yaşadığını söylerler. Burası,
M.Ö. II. Yüzyıl’da Pontus Kralı I.Farnak zamanında boşaltılarak halkı Giresun’a
nakledilmiştir.
M.Ö. 675’lerden itibaren Ordu’nun içinde
bulunduğu Orta ve Doğu Karadeniz Bölgesi’ne sırayla, Kimmerler, Miletliler,
Persler, Makedonyalı İskender ve komutanları hakim olmuştur. Bundan sonra
yöreye, yaklaşık 3,5 asır yaşayan Pontus Devleti (M.Ö.280-M.S. 63) hakim
olmuştur. Bu devleti Roma İmparatorluğu ortadan kaldırmıştır.N
Bolaman da Balaban Türklerinden gelme kolonininde
bulunduğuna yer verilmektedir.
Ordu yöresinde yaşayan kaimlerden Halipler
madencilikte ileri gitmiş olup, Ordu topraklarında demir madeni başta olmak
üzere bazı madenleri işlemişlerdir.
M.Ö. 400 yılında, Kolhlar, Driller, Mossinoikler, Halipler ve Tibarenler
gibi Yunan asıllı olmayan kavimler yaşamaktaydı.
Deniz kenarında bulunan ünlü Yason
Burnu’nunda dünyaca ünlü Argonot Efsanesinin geçtiği mekânlardan biri de bu
yöredir.
İl Merkezine 13 km. uzaklıkta olan tarihi
Kurul Kaya Yerleşkesi’nin de tarihçesi 2.000 yıl öncesine kadar iner.
Çambaşı Yaylası da, insanların çok eski
tarihlerden beri yaşadığının izlerini taşımaktadır. Burada, M.Ö. ki çağlarda
yaşayan insanların madencilik yaptığına dair izlere bu gün bile
rastlanmaktadır.
Türklerin Ordu’ya gelişlerine kadar (14.
Yüzyıl) yörede, Roma ve daha sonra da Trabzon Rum Devleti (1204-1461) hâkimiyet
kurmuştur.
Türklerin Ordu’ya Yerleşmeleri
Türklerin
(Oğuzların Çepni kolu) Ordu topraklarına ilk girdiği nokta, Aybastı Perşembe
Yaylasıdır.
Prof.
Dr. Bahaeddin Yediyıldız’ın araştırmalarına göre, Ordu Türkler tarafından ancak
14. Yüzyıl’ın sonlarında feth edilmiştir.
“…Önce Niksar’ın doğu taraflarındaki
bölgede kurulmuş olan Hacı Emir Beyliği, faaliyetlerini 14. Yüz yıl sonlarında
doğuya doğru geliştirmiş ve bu Türk beyliğinin en büyük beylerinden birisi olan
Süleyman Bey,1396-97’de Giresun şehrini zapt etmiştir.
Süleyman
Bey’in bu fethiyle birlikte, bölgeye, Çepni, Döğer, Eymir, Karkın, Alan-Yutlu,
Bayındır, İğdir gibi Oğuz boyları gelip yerleşmişlerdir. Bu boyların hatıraları
bölgede hala yaşamaktadır. Bundan çok kısa bir süre sonra yine aynı Bey
tarafından, Ordu toprakları feth edilmiştir.”
1270’li
yıllarda buralarda yaşayan Hacı Emiroğlu Beyliği, ancak 130 gibi yıl çok uzun
bir zaman sonra, Ordu merkeze 4 km. uzaklıkta Ulubey yolu üzerinde bulunan
Eskipazar’a gelmişler ve burayı şenlendirmişlerdir.
Eskipazar’ın,
küçük bir kasaba merkezi olarak Hacı Emir Beyliği tarafından kurulduğu
bilinmektedir.
Burada bulunan iki hamam ve bir cami ile
tarihi mezarlık, tamamı ile Türklere aittir.
Bir zamanlar burada hareketli bir Pazar
kurulduğu “Eskipazar” denmesinden de anlaşılmaktadır.
ESKİ MİLLET DÜZÜ
1920 yıllarında Şimdiki millet düzü deniz seviyesinden iki
metre alçak olması nedeniyle devamlı su altındaydı. Belediye başkanı süleyman
Felek Başkanlığı döneminde herkesi göreve çağırıp takıl tarafını
doldurma çalışmaları yaptı.
1933 yılında Ordulu gençlerde bir süre sonra
kızaklarla vagonlarla taş ve çakıl taşıyarak Millet düzü denilen yeri
doldurup alanı kazandılar ve cumhuriyetin 10. yılına hazır alan haline getirdiler. 10. Yıl kutlamaları ve gelen yıllarda orada yıllarca ve aylarca sportif faaliyetler ,
panayırlar, güreşler, bayramlar yapıldı. Bayramlar ve siyasi söylemlere şahit
olundu.
Halkın Pazar yeri olarak yıllarca hizmet
etti. Bu yüzden Adı MİLLET DÜZÜ oldu.
Bugün siyasi ve rant yüzden bakımsız haldedir. Yapılmayı düzenlenmeyi
bekliyor.
ESKİ SELİMİYE MAHALLESİ VE
BÜLBÜL DERESİ
ORDU Boztepenin
eteklerinde kurulu bir yerleşim yeriydi.
20. Yüzyıl başlarında Pirinç tarlalarıyla doluydu. Sivrisineklerden
dolayı yerleşim zordu ve halk senenin 3/
4 ünü (yarısından çoğunu) yaylalarda özellikle çambaşında ve Karagöl Yaylasında
geçirirlerdi. Ahalinin çoğunluğu 15000
nufusun 5500 ü Rumlardan oluşmaktaydı. 350 Öğrencili POSOMİADİOS Okulu, 150
Öğrencili Karidios Okulu , Anaokulu 150 öğrencilik 5 sınıflı kız okulu bulunuyordu.
Orduda Yunuslar
tutulur balık yağı üretilirdi. Bunlarla kundura ve terzilerin dükkanları
aydınlatılırdı. 309 tane köy bulunup hayvancılık gelişmiş tereyağ, peynir,
yumurta ihraç ürünleriydi.
1880 Yılında Ordu
Büyük Ordu Yangınını yaşamış şehir 2 gün boyunca yanmıştır. Halk Çambaşında
olduğu için ölüm olmamıştır. Belkide Bu yangın Ordunun imarı için vesile de
olmuş olabilir. O sıralar Ordu küçük Köy biçiminde ahşap küçük yapılara
sahip , plansız yaşama alanıydı. Deniz
seviyesinde alçak olduğu için en küçük deniz taşmasında, Yağmurlarda Boztepeden
inen sularla göl bataklık haline gelen bir tarlaydı.
1868 yılında Orduda
Belediye kuruldu.Bucak Adı da Ordu oldu.
Kazada 2 şadırvan,
3 hamam, 4 medrese, vardı. Nufus olarak 9111 müslüman, 2626 rum, 1991 ermeni
vatandaş olarak 13728 kişi vardı. Ordu kazasında Boztepe eteklerinde Zaferi
Milli Mahallesi,Ermenilerin yaşadığı Mahaleydi. Düz Mahallede, Taşbaşında Rumlar yaşıyordu. Elmalık Mahallesi ise halkı karışıktı.
ESKİ SAHİL 1960 YILI
1930 YILI
1958 YILI
ESKİ ORD VALİLİĞİ
ŞİMDİ ÇOCUK KÜTÜPHANESİ FİDANGÖR
1930 LU YILLAR
1960 YILLAR
YALI CAMİİ ETRAFI
1880 YANGINI VE ORDU
1880 Yılında Ordu Büyük Ordu Yangınını
yaşamış şehir 2 gün boyunca yanmıştır. Halk Çambaşında olduğu için ölüm
olmamıştır. Belkide Bu yangın Ordunun imarı için vesile de olmuş olabilir. O
sıralar Ordu küçük Köy biçiminde ahşap küçük yapılara sahip , plansız yaşama alanıydı. Deniz seviyesinde
alçak olduğu için en küçük deniz taşmasında, Yağmurlarda Boztepeden inen
sularla göl bataklık haline gelen bir tarlaydı.
1868 yılında Orduda Belediye kuruldu.Bucak
Adı da Ordu oldu.
Kazada 2 şadırvan, 3 hamam, 4 medrese,
vardı. Nufus olarak 9111 müslüman, 2626 rum, 1991 ermeni vatandaş olarak 13728
kişi vardı. Ordu kazasında Boztepe eteklerinde Zaferi Milli
Mahallesi,Ermenilerin yaşadığı Mahaleydi. Düz Mahallede, Taşbaşında Rumlar yaşıyordu. Elmalık Mahallesi ise halkı karışıktı.
1880
yangınından sonra Ebniye Kanunu ile şehir imarı başlar. Trabzon Valisi Sururi
Paşa Mustafa Efendi, Mühendis Çıngıryan Efendi18 m cadde ve 12-14 m sokak genişliği biçiminde bir şehir planlaması
yaparlar. Bu yıllarda sadece yakında keçiköy meyvelik, temiz, sakin yerdi. 250
civarında hane vardı. Şehrin burada kurulmasını isteyen kurul üyeleri olsa da
ileride şehrin büyümesi de göz önüne alınarak Ordu yine aynı yanan yerin
düzenlenmesi kararı kılındı.
MERKEZ ORTAOKULUNUN YAPILMA HALİ
1940-50 ARASI
ORDUADI NEREDEN
GELİR?
Ordu İli’nin adının nasıl verildiği hep sorulmuş ve çeşitli
efsaneler, hikayeler anlatılmıştır.Son zamanlarda bazı tarihçiler Osmanlı
Tahrir Defterlerine ulaşabilmişlerdir.Bu Tahrir Defterlerinin günümüz
Türkçesine çevrilmesiyle bazı bilgiler, gerçekler açıklığa kavuşmuş ve bu
konuda ileri sürülen diğer görüşler büyük oranda çökmüştür.
Ordu, Türkçe bir kelimedir. Sözlük anlamı, bir devletin
silahlı kuvvetlerinin tümü veya bu kuvvetlerin bir bölümüdür. Amaç ve
nitelikleri yönünden benzer insan topluluklarına ve çok sayıda kalabalığa da
bazen ordu denildiği olur. Ayrıca Türkmen beylerinin ikamet
merkezilerine “Ordu” denirdi
Ordu, Osmanlı arşivlerindeki belgelere göre Türkler
tarafından kurulmuş bir yerleşkedir. İlk çağ ve Orta çağda bugünkü Ordu’nun
kurulduğu yerde aynı adla anılan antik bir kalıntı yoktur. Günümüzde Ordu
yakınlarında Bozukkale olarak adlandırılan antik “Kotyora”nın Ordu ile hiçbir tarihi
bağlantısı bulunmadığı iddia edilmektedir.
Ordu YöresiniTürkleştiren Hacı Emiroğulları Beyliğidir. Ordu
yerleşkesi Hacı Emiroğullarının en
parlak dönemi olan Süleyman Bey zamanıdır. Beyliğin kurucusu Bayram Bey’dir.
Bayram Beyin oğlu Hacı Emir Bey ve Emir Bey’in oğlu
Süleyman Beydir. Süleyman Bey, babası ve dedesinin yaklaşık yüz yıldan fazla
mücadeleleri sonucu geniş bir araziye sahip olan beylik sınırlarını daha da
genişletmiştir.
Bölgenin tamamen fethinden sonra sıra beylik topraklarının
ortasında kalan Giresun’un fethine gelmiştir. Süleyman Bey, karargâhını 1396
yılında günümüzdeki “Eskipazar”a kurmuştur. Bu yerleşkeye de “Nefs-i Ordu bi-ism-i Alevi”
adı verilmiştir. Günlerce bu karargâha asker toplanmıştır. Nihayet Ordu’da
toplanan ve sayıları on iki bine ulaşan ordunun oluşmasıyla Giresun’un fethi
için sahilden yola çıkılmıştır. Süleyman Bey 1397 ilkbaharında Giresun’u da
fethederek Türkmenlerin iskânına açmıştır.
İşte, Hacı Emiroğlu Süleyman Bey’in
karargâh kurduğu ve Giresun’u fethetmek için asker topladığı, günümüzdeki
Eskipazar mevkii, 1396 tarihinden itibaren çevredeki halk arasında ve Tahrir
Defteri kayıtlarında “Ordu” olarak adlandırılmıştır.
Yine ordulu tahrir
Defterlerini inceleyip Türkçeleştiren Tarihçilere göre bu ad hiç değişmemiştir.
Kimi zaman Bayramlu-yı Ordu,
Kimi zaman Nefs-i Ordu,
Kimi zaman da
Canik-i Bayramlu-yı Ordu
Olarak anılmıştır.
Osmanlı belgeleri olan Tahrir Defterleri,
Avarız Defterleri,
Mühimme Defterleri,
Ceride Defterleri,
Salnameler ve
Kadılara gönderilen hükümlerde
Ordu kent merkezi için hep bu adlar kullanılmıştır.
ESKİPAZAR CAMİİ
Osmanlı Arşivleri Uzmanı Adnan Yıldız’ın elde ettiği
belgelere göre Camiinin vakıf olduğu kanıtlanmıştır. Vakıflar Bölge Müdürlüğü
de bu belgelere dayanarak Camiiyi ve çevresindeki araziyi Vakıflara kaydetti.
15 daa alanı vakıf eseri olarak tescillendi.
Vakfın kuruluşu 1455 tarihli Osmanlı Tahrir Defterlerinde
ve daha sonraki yüzyıllarda düzenlenen Avarız Defterlerinde de açıkça belirtildiği
anlatılmaktadır. Tahrir defteri veAvarız defterlerindeCami,
onarım, vergi, hakkında geniş talimatlar ve bilgilere yer verildiği ve yine 1782–83
yılında da ( Hicri 1197) o zaman Ordu Kazası’nın bağlı olduğu Karahisar-ı Şarki
Mutasarrıflığı’nca da onarıldığı da anlatılmaktadır.
Eskipazar’daki
bu tarihi caminin ahşap oymalı ve bulunmaz bir sanat eseri olan giriş kapısı ne
yazık ki bulunduğu yerde muhafaza edilememiş ve Ankara Etnografya müzesine
taşınmıştır.
Tarihi Eskipazar Camii ve etrafındaki harabeler
Tarihi Eskipazar camii Kapısı
Bu büyük bir kayıptır.Bölgedeki mezar taşları bile
korunamamış bazıları kaybolmuştur. Tarihi değer olarak korunmalıdır.
Ordu kentinin ilk nişanları olan buradaki tarihi
kalıntıların kaybolmaması korunması tanıtılması gereklidir.
Mustafa Kemal ATATÜRK’ün “Türk
gençliği Ecdatını tanıdıkça kendisinde kuvvet bulacaktır” sözüyle
sözlerime virgül koyuyorum.
Kuruldan
aşağı inince hemen Eski pazar yerleşiminde; Ordunun kurulduğu yerde bir tarihi
hamam ile bu tarihi camiyi görmeden geçmeyin. Tarihi Caminin kapısının İncir
ağacından yapıldığı ve hala çürümediği Şimdi Ankara'da koruma altında olduğu
söylenmektedir.cami Onarılmış kesme taştan yapılmıştır.Ancak tarihi hamam
harabelikten tam kurtulamamış kubbeleri onarılabilmiş geri kalan bölümleri
harabedir. Bu hamam ve caminin taş bölümleri incelenmeye değerdir.Hangi teknik
ve ustalıkla yapıldığı hayranlık uyandırmaktadır
Ordunun ilk
kurulduğu yer Bayramlı Kasabası şimdi Eskipazar denilen mahalde yer
almaktadır. Tarihi Hamam bakımsız onarılmayı beklemektedir. Taş işçiliği
incelemeye değerdir. Camii onarılmış ve hizmet vermektedir.
Eski
Pazar Camii ve Hamamları
Eski Pazar Ordu’nun ikinci yerleşim yeridir. Dikdörtgen planlıdır. 1380
yıllarında Hacıemiroğulları
tarafından kurulduğu sanılmaktadır. Rumi 1197(M.1781) yılında Şebinkarahisar
mutasarrıfı Hüseyin Battal Paşa tarafından onarılmıştır. Zelzeleden harap olan
camii yüzyılın başlarında onarılmıştır. Eski camiden günümüze sadece giriş
kapısı ve portalı kalmıştır. Şimdiki minaresi ise 1877 yılında eski minarenin
kaidesi üzerine yapılmış,
1994 yılında Vakıflar teşkilatınca onarılmıştır. Pencere kapakları ve minberi
ahşap oymacılığın güzel örneklerinden olup, Ankara Etnografya Müzesinde sergilenmektedir. İki hamamı
mevcuttur. Büyük Hamamı Caminin güney tarafında yer alır. Soğukluk, ılıklık ve sıcaklık olarak üç kısımdan oluşmaktadır. Hamamın dışı moloz taş, içi ise düzgün yontma taştan yapılmıştır. Örtüde kubbe ve tonoz kullanılmıştır.
Küçük Hamam
Caminin kuzey doğusunda yer almaktadır. Kare tek bir mekân ile su haznesinden oluşmaktadır. 15.- 16. yüzyıllarda yapıldığı tahmin edilmektedir.
19. Yüzyıl’da burada yörenin toprak
ağaları arasında müthiş kan davaları meydana gelmiş, bunun üzerine Osmanlı
Payitahtı tarafından Samsun’da bulunan Askeri birliğin komutanı Osman Paşa,
yörede asayişi sağlamakla görevlendirilmiştir. Yöreye gelen bu komutan, kısa
zamanda toprak ağalarını en şiddetli biçimde cezalandırmış ve toplumsal huzuru
sağlamıştır.
Ordu adı
Ordu ismi, Türklerin bu bölgeye geldikleri
tarihten itibaren kullanılmaya başlanmıştır. Bazılarının iddia ettikleri gibi,
Fatih Trabzon’u feth etmek için geçtiği yöremizde ordusu ile konakladığı için
bu ad verilmemiştir. Zira Fatih, Erzurum üzerinden Trabzon’a gelmiştir.
Yusuf Has Hacib’in “Kutadgu Bilig” adlı
ünlü eserinde Ordu isminin manası, şehir, saray, başşehir, sahil şehri olarak
geçer.
Bu duruma göre, Hacı Emir Beyi İbrahim’in
oğlu Bayram Bey tarafından kurulan Eskipazar’ın o günkü adı şöyledir:
“Bölük-i Niyabet-i Ordu bi, ism-i Alevi”
dir.
Resmi kayıtlarda Eskipazar yerleşmesinin
adı, Bayramlı, Bayramlu mea İskefsir ve Milas, Behram Şah, Behramlı, Eyalet-i
Behram, Ordu Bayramlu Eyaleti şeklinde geçmektedir.
Ordu’nun hemen batısında, Hacı Emir
Beyliği ile aynı çağda hüküm süren Taceddin oğulları Beyliği’nin de başkentinin
adı da Ordu idi.
Yıldırım Beyazıd zamanında Osmanlı
topraklarına dahil edilen ordu yöresi ile ilgili en doğru bilgiler, Osmanlı
resmi kayıtlarında geçer.(Kimi tarihçiler bu tarihi 1427 olarak kabul ederler.)
1455 tarihli Osmanlı Tapu Tahrir
Defterleri’nde Ordu hakkında önemli bilgiler bulunmaktadır.
Trabzon’dan 65 yıl önce Türk bölgesi
haline gelen Ordu’da Türk olmayan (Rum ve Ermeni) etnik kökenlilerin oranı,
Türk nüfusa göre çok düşük olarak belirtilmiştir.
Gayri Türk olanların en yüksek olduğu 17.
asır başlarında bile Türklere oranı sadece % 7,9’dur.
15.
asrın ilk yarısında Ordu topraklarında 6.651 Müslüman Türk ve 526 Türk olmayan
hane bulunmaktaydı. Rum ve Ermeni olan bu insanlar, Hıristiyanlık dinine
mensuptular. Ki bunlardan 326 hane, Selçuklulardan beri Milas (Mesudiye)
Hapsamana (Gölköy) topraklarında yaşamaktaydılar.
Ulubey’de
hiçbir köy ismi Türkçe’den başka bir dilde değildir. Bahaeddin, Durak,
Uzunmahmut, Eymür, Şuayp, Sayaca, Kadıncık (Hatuncuk),Ören, Hocaoğlu, Kızılen,
Ohtamış ve daha onlarcası. Ordu ilinin neresine gidilirse gidilsin, Türkçe
olmayan yer isimlerinin sayısı, iki elin parmağını geçmez
Tapu
Tahrir kayıtlarından, Ordu yöresinin Selçuklu dönemindeki idari teşkilatının
pek değiştirilmediği anlaşılmaktadır.
Bulancak
da o zamanlarda Kebsil adıyla Ordu’ya bağlı idi.
16.
asırda Ordu, bütün Canik’in idare merkeziydi.
Ordu
Oğuzların bir kolu olan Çepni Türklerinin yerleştiği bölgedir. Yerleşmeler vadi
boylarında gerçekleşmiştir.
Bolaman
Vadisi boyunca, Çamaş, Bolaman, Niyabet-i Satılmış (Aybastı) gibi ilçe ile köy
arasındaki yerleşmeler ve köyler kurulmuştur.
Melet
Vadisi boyunca ise, iç kesimlerde Milas (Mesudiye), Alibeğce (Kabadüz), deniz
kenarında Nefs-i Alevi Ordu, Bucak, İhtiyar, Şayiblü, Bedirlü, Ulubey ve bunlara
bağlı köyler ve mezralar kurulmuştur.
Bugünkü
Ordu’nun Kuruluşu
Kirazlimanı
mevkii, şimdiki Ordu şehri kurulmadan önce, şenlikli bir yerleşmeydi.
Rivayetlere göre, buraya ilk önce yerleşenler gemiciler olmuştur. Zaman zaman
buraya gelen gemiciler, yöreyi çok beğenmeleri veya başka bilinmeyen sebeplerle
burayı iskân alanı haline getirmişlerdir
Keçiköy Bağlar, bahçeler , meyveler
1800 YILLARDA KEÇİKÖY
Nitekim Ordu’nun ilk mescidi olan Abdullah Reis Mescidi 1782 yılında burada inşa edilmiştir. Ancak, mutlaka korunması gereken bu eser, maalesef yıkılmıştır. Şimdi orada, Otel Belde faaliyet göstermektedir.
Kirazlimanı o kadar önemlidir ki, 1883 yangını ile Ordu şehri neredeyse tamamen yanmış, bunun üzerine uzmanlar, Kirazlimanı’nın kent merkezi yapılmasını önermişlerdir.
Nitekim Kirazlimanı günümüzde de önemini ve güzelliğini korumaktadır.
Eskipazar’ın önemini yitirmesinden sonra, bugünkü Bucak mahallesi giderek şenlenmeye ve kalabalıklaşmaya başlamıştır. (19. asrın başları.)
Zaten Bucak, aynı adla yüz yıllardan beri bir köy yerleşmesiydi.
Nefs-i Bucak adıyla neredeyse bir kaza merkezi haline gelen Bucak’ın mahalleleri şunlardır:
Selimiye, Aziziye, Saray, Kirazlimanı, Taşbaşı ve Düz Mahalle.
Bucak adı 1869 yılında değiştirilmiş ve Ordu adı resmi kayıtlarda kullanılmaya başlamıştır.
Bu tarihlerde artık Ordu küçük bir kaza merkezidir.
1869 yılında ilk Belediye Teşkilatı kurulmuştur. Trabzon Mutasarrıflığı’nın yazısına göre, Bucak (Ordu) Belediyesinin ilk başkanı Hasan Ağa’dır.
O zamanlar, Ordu’nun üç nahiyesi vardı. Bunlar, Perşembe, Aybastı ve Ulubey me’a Hapsamana’dır. Hapsamana, şimdiki Gölköy’dür. Ancak, bir süre sonra Ulubey ve Gölköy müstakil nahiyeler şeklinde ayrılmıştır.
1872’de Ordu kazasındaki binalar şöyle tespit edilmiştir:
Hükümet binası, Gümrük binası, Karantina binası, Telgrafhane,15 çeşme,2 şadırvan,1 medrese,5 İslam mektebi,1 mekteb-i rüştiye (ortaokul),3 cami,28 han odası,1 hamam,17 fırın,158 mağaza,273 dükkân,1 tabya (topların mevzilendiği yer),1 fener ve 854 hane.
1872’de Ordu’ya Ziraat Bankası’nın ilk adı olan Memleket Sandığı kurulmuştur.
Büyük Ordu Yangını
Katırcıoğlu Mustağa Ağa’nın Belediye Başkanı olduğu 1883 senesinde Ordu’da büyük bir yangın olayı yaşanmıştır.
Aylardan temmuzdur. Yaz ayı olduğu için, fırınlarda sık olarak kadayıf dökümü yapılmaktadır. Pavli adlı bir Rum da geceleri kadayıf dökmekteydi. O temmuz gecesinde Pavli yine böyle kadayıf dökerken, kıvılcımlar birden bire fırının çatısını tutuşturur. Derken, yangın başka binalara da sıçrar. Gece başlayan yangın söndürülemez. Çünkü Belediye’nin itfaiye teşkilatı yoktur. Üstelik yapıların çok büyük kısmı, hartama çatılı ve ahşap malzemelidir. O gece başlayan talihsiz yangın, ertesi günü öğleye kadar devam etmiş, ne kadar ahşap bina varsa hepsi yanıp kül olmuştur.
Yalnız, Orta ve Yalı Camileri yanmamıştır. Çünkü bunların etrafı boş olduğundan yangın buralara sirayet edememiştir
Ayrıca, Şadırvan civarında bulunan birçok yapı, Rum ve Ermenilerin olup taştandır. O nedenle yangında kısmen zarar görmüştür.
Osmanpaşa Şadırvanı da taş olduğundan yangından etkilenmemiştir.
Çarşı merkezi, hemen hemen tümüyle yanmıştı. Adeta Ordu şehri yok olmuştu.
Şehri yeniden kurmak gerekmekteydi. Bunun için Belediye Başkanı Mustafa Ağa, çok büyük güçlüklerle karşı karşıya kalmıştı.
Ardından Belediye Başkanı olan Felekzade Süleyman Ağa, şehri bütün baskılara rağmen yeniden inşa etmek için, büyük gayret gösterir. Caddelerin genişletilmesine karşı çıkanlara karşı amansız bir mücadele verir.
Bu günkü Ordu’nun planı, işte Süleyman Ağa’nın eseridir. Burada şunları ifade etmek gerekir;
Eğer o günkü Ordu, böyle bir yangın geçirmeseydi ve ahşap da olsa zamanın binaları korunsaydı, şimdiki Ordu hem otantik kalacak, hem de turizm için büyük bir şans olacaktı.
1875’lerden itibaren Ordu şehrinde sıtma hastalığı tüm Orduluların korkulu rüyası haline gelmişti. Birçok insan, bu nedenle hayatını yitirmekteydi. Bunun üzerine, Kaza erkânı ve zenginler, yaz aylarında Çambaşı Yaylası’na çıkmaya ve eylül-ekim aylarında da şehre dönmeye başlamışlardı.
Yaylaya bir kaymakamlık binası yapılmıştı. Bir zaman evvelce bir yangın sonucu bu buna da yok olmuştur.
Bir başka önemli hadise ise şöyledir:
Şair Tıflı Efendi, yaylada Şu’un-i Dâhiliye (İç Haberler) adıyla el yazma bir gazete çıkarmıştır. Bunun ne kadar sürdüğü bilinmediği gibi, bu el yazma gazeteden günümüze maalesef bir tek nüsha bile kalmamıştır.
Ordu Kazasının İl Oluşu
1920 tarihinde Ordu kazasının 6 nahiyesi,318 köyü ve 180 bin nüfusu vardı. Yani Trabzon vilayetinin en gelişmiş kaza merkeziydi.
Ordu’nun il olması için, T.B.M.M. nde büyük mücadele verilmiştir. Mücadele veren bu üç önemli şahıs şunlardır:
Mesudiye mebusu Serdaroğlu Mustafa Bey, Tunalı Hilmi ve Şebinkarahisar mebusu Memduh beydir.
Bir kısım mebus (ki bunlardan biri de ünlü din alimi Konya Mebusu Vehbi beydir) Ordu’yu Giresun’a bağlamak için epey gayret göstermişlerdir.
4 Aralık 1920 tarihinde "Müstakil Sancak" yapıldı. Bu karar 69 Sayılı yasayla 4 Nisan 1921 tarihinde yürürlüğe girerek il statüsüne kavuşmuştur.
Cumhuriyet Dönemi Ordu 1920 yılına kadar Trabzon Vilayeti’ne bağlı bir kaza iken 04 Nisan 1921 tarih ve 69 sayılı ”Ordu Müstakil Livası Teşkiline Dair Kanunla” merkezi Ordu olmak üzere Canik Sancağı’na bağlı olan Fatsa ve Ünye kazası da Ordu’ya bağlanmış ve müstakil Ordu Livası teşkil edilmiştir.
1923 Yılında ”Sancak” adı ”Vilayet” olarak değiştirilerek,bugünkü mülki taksimatta Ordu vilayeti olarak yerini almıştır.
ORDU KÖPRÜBAŞI HANLARIN OLDUĞU YER.
Ordu Köprübaşı Mevkiisinin eski görünüşü
Çambaşı Yaylası, dünyada ilk ve tek gazete çıkarılması ve kaza merkezi olması bakımından tektir.
1875’lerden itibaren Ordu şehrinde sıtma hastalığı tüm Orduluların korkulu rüyası haline gelmişti. Birçok insan, bu nedenle hayatını yitirmekteydi. Bunun üzerine, Kaza erkânı ve zenginler, yaz aylarında Çambaşı Yaylası’na çıkmaya ve eylül-ekim aylarında da şehre dönmeye başlamışlardı. Yaylaya bir kaymakamlık binası yapılmıştı. Bir zaman evvelce bir yangın sonucu bu bina da yok olmuştur.
Çambaşınaçıkan yaylacılar Karagöl eteklerinde de hayvancılık yapmaktaydılar. Önemli yaylalar ; yastıyurt, maden, bektaş yaylaları …………
1939 senesinde meydana gelen Erzincan depremi de Ordu’yu ikinci kez büyük yıkıma uğratmıştır.
Şehrin merkezinde bulunan birçok önemli eser yıkılarak ortadan kalkmıştır.
CUMHURİYET DEVRİNDE 1933 YILINA KADAR GELİŞMELER
Orduda
matbuat : Meşrutiyetten sonraBiri
Rumların “Ağyazar”; diğeri Ermenilerin “Petek” diye2 tane matbaa vardı.Bunlar ayak pedallarla
çalışandikiş ve belfura makineleriydi. Bunlardan Petekmatbaası Kurtuluş savaşı sırasında çok işe
yaramıştı.
Gazi
Kütüphanesi: Ordu da İlk Kütüphane gazi kütüphanesi adında1926 yılında kurulmuştur. 1930 yılında halk
odaları ile halka açılmıştır. 1933 yılında Kitap sayısı 1501 , okuyucu sayısı 39395kişiye ulaşmıştır.
Cumhuriyetinilk on yılında Ordu -yol durumu
Cumhuriyetten
önce Ordu ilinde 71 km uzunluğunda Ordu Mesudiye Yolu;1880 yılı
16 km uzunluğunda ordu PerşembeYolu ( vona )yılı
85 km uzunluğunda Ünye-Niksar yolu. 1880 yılıvardı ve bakımsız
olduğunda ulaşım zordu..
Cumhuriyet
kurulduktan sonra bu yollar amaeliye usulü ( halkın zorunlu işçiliği ) ile
onarıldı ve geliştirildi. Daha kullanışlı hale getirilmişlerdir.
Bu çalışmalarda 104 adet menfez, ahşap ve kargir
köprüler, yapılmıştır.Yemişli deresinde 45 m uzunluğunda Dedeli Köprüsü ; Civil
deresinde 3 gözlü53 m uzunluğundakargir köpüler önemlileridir.
Ordu Vona yolunda da yollar tamir edilmiş,
geliştirilmiş Perşembe ve kocal derelerine kargir ayaklıportreli köprüler ve42 adet küçük köprü ve menfezler yapılmıştır.
Bunlardan başka Melet Köprüsü, Ağcaova Köprüsü yemişli
Kayacık Köprüsü, Bolaman köprülerinin yapımı da başlanmış ve bitme aşamasına
gelmiştir.
Şehir İMAR durumu
Ordu İl olduğu yıllardakısmen bataklık, kumluk şehir görünümündeydi.
Sarray, Şarkiye, Düzmahalle, Zaferi MilliMahallerinde yol düzeltme ve 10295 m kaldırım çalışmaları ve diğer
yerlerde de3750 m olmak üzere hatırı
sayılır kaldırımlı yol çalışmaları başarılmıştır Ayrıca Bu çalışmalar sırasında
eski mezarlık olup kullanılmayanlar ile Hükümet Caddesinin her iki tarafındaki
bataklıklar ile beraber toplam 28700 m alan kurutulmuştur. Hamam deresinin
ıslahı yapılmış Saray Sokağı, Gümrük Caddesi, Düz Mahalle, Sırrıpaşa cad,kanalizasyon çalışmaları tamamlanmış 1320 m
kanallar tamir edilmiştir. 862 mde yeni
kanallar yapılabilmiştir.
Hükümet Binası önündeki alan park haline getirilmiş
ışıklanmıştır.Yine belediye Binası yapılmış veönünehavuzlu umumi park
yapılmıştır.
Spor alanı için doldurulan alan üzerine 800 m lik bir
futbol sahası ayrılmıştır.
Tahıl pazarında tahıl ( zahire hali) yapılmış,
iskeleler yapılmıştır.
Belediye temizlik işleri önceden muakkat (geçici
işçilerle) yapılmakta iken düzene sokulmuş temizlik memurluğu ve kadrosu
kurulmuştur.
Esnaflardakayıt ve denetim altına alınmış bir düzene oturtulmuştur.
Ordu da su kıt sayılırdı. Halkın içme suları sağlıksız
koşullarda sağlanıyordu Keçiköy suyu kaynağında temiz olsa da şehre
geldiğindesağlıklı olamıyor çeşitli
hastalıklara sebep oluyordu.
Belediye1200 uzaklıkta bulunan Taşhane deresinden SU
GETİRTTİ. Bu suları şehir içinde 4900 m demir borularla dağıtımını sağladı.
Suların tahlil araştırmaları ile sağlık önlemleri alındı.Zamanla bu su yetmeyinceşehrin 16 km uzağındaAkobuz ( Nazif Bey ) suyu denilen su getirme
çalışmaları da başladı.Bu suyun 25000 nufusa yeteceği hesaplanıyordu.
Ordu
da elektrik yoktu. Aydınlanma 5 numaralı gaz lambaları ile yapılmakydı.
Cumhuriyetle birlikte 100 beygir gücünde ve 200 beygir gücüne erişebilen
tertibat 21/4/1930 tarihinde kurulmuş şehir aydınlanır duruma gelmişti.
Belediye bu iş için 130000 lira masraf etmiştir.
Tarihi ve Doğal Varlıklar
Ulugöl: Gölköy ilçe merkezine 17 km mesafede bulunan krater gölüdür. 250 m çapında olan gölde yaban ördeği avı yapılmaktadır. Çevresi ormanlarla kaplıdır. Kamp yapmaya uygundur. Turizme açma çalışmaları devam etmektedir
Osman Paşa Şadırvanı: Aslen Ordulu olan Trabzon Valisi Hazinedarzade Osman Paşa tarafından 1842 yılında yaptırılmıştır. 1937 yılında yıktırılmış, 1997 yılında Ordulu işadamı Fahri ÇELEBİ tarafından Ordu Belediyesi öncülüğünde aslına uygun olarak yeniden yaptırılmıştır. Ülkemizde sütunları en yüksek şadırvanıdır.
KURULUŞ YILLARINDA ORDU VALİLİĞİ
ŞİMDİKİ HÜKÜMET CADDEİ
ORDU ASKERLİK ŞUBESİ 1930
1970 YILLAR
ORDU BELEDİYESİ
SARAY MAHALLESİ
ORDU VALİLİĞİ
BOZTEPENİN ETEKLERİNDEN ORDU
Boztepe: Ordu şehri Boztepe'nin yamaçlarına serilmiştir. Denizden 450 m. yükseklikte olup, Nizametin Mahallesi sınırları içindedir. ilimizin tüm güzelliklerini, Karadeniz'in muhteşemliğini Boztepe'den seyretmek doyumsuzdur. İl merkezine 6 km. uzaklıkta Selimiye Mahallesi takiben ordu Müzesinin önünden Nizamettin Mahallesinin tümünü katederek asfalt yolla ulaşmak mümkündür. Yeme - içme ve dinlenme tesisleri ile ormanlık piknik alanları mevcuttur. Ayrıca teelferikle de tüm Ordu Manzarasını izleyerek çıkıp inebilmektesiniz. Boztepe'den de ilimizi seyretmek doyumsuzdur.
Bozukkale (Cotyora), Kurul Kayası Yerleşmesi, Büben Kaya Mezarları, Taşbaşı Kültür Merkezi (Eski Cezaevi - Kilise), Etnografya Müzesi (Paşaoğlu Konağı) tarihi eserlerden bazılarıdır. İlimiz eski camileri,
TARİHİ KABANA ÇEŞMESİ
AZİZİYE TARİHİ ÇEŞME
CUMHURİYET' TEN ÖNCE VE İLK YILLARINDA AZİZİYE MAHALLESİNİN SU İHTİYACINI KARŞILAMIŞTIR.
ORDU ELEKTİRİĞE
NASIL KAVUŞTU
Ordu da 1930 yılı Nisan ayına
kadar elektrik yoktu. Bu tarihten önce Ordu da aydınlanma vasıtası olarak cadde
ve sokaklarda fenerler kullanılıyor; evlerde ise gaz yağı yakılıyordu. Ordu
şehrinde elektrik teşkilatının kurulması için, 1927 yılında bir kısım tüccarlar
teşebbüse geçmişlerdi. Uzun süren temaslardan sonra, 1928 yılının ağustos
ayında, Belediye ile Alman... Bergman Helyus firması arasında imzalanan bir
sözleşme ile, şehirde elektrik şebekesinin kurulması kesinleştirildi. Bu sözleşmeye göre: şehrin
bütün elektrik tesisi 32 bin 500 dolar’a tamamlanacaktı. O tarihte dolar 90
kuruştu. Şirket sözleşmenin tasdik ve imza edileceği 1Ekim 1928 tarihinde
belediyeden 9 bin Lira; bu tarihten üç ay sonrada 10 bin lira alacaktı. Diğer üç
taksit’in vadesinden öncede tesisat bitmiş olacaktı.
Şehrin Elektrik tesisatı için 160 bin lira harcandı ve elektrik çarşı ve bütün
mahallelerde 1 Nisan 1930 tarihinden itibaren yanmaya başladı.
Güzelordu gazetesinin 5 Nisan 1930 tarih ve 92 sayılı nüshasında Ordu ya
elektrik gelmesi şu şekilde haber olmuştu. “Karadeniz in pırlantası olan Güzel
Ordu’muz dört gün evvel 1 Nisanda elektrik nurlarına boyandı. Onu memleketimize
kazandırmak için geceli gündüzlü çalışan Belediye Reis’i Kalfazade Rıfat Bey
ile Valimize, Mebusumuz Recai Bey’e ve çalışma arkadaşlarına nihayetsiz
şükranlar ‘’
1890 yıllarda
Avrupada elektrik vardı. Motorlar daha iyi çalışıyor, imalatlar daha kolay ve
ucuzdu. Orduda elektrik yoktu. Ahmet Cemal Magden, Kahraman Sağra, Tahsin Bey
Kardeşler, Ömer bey…. Gibi Fındık fabrikatörleri özel elektrik üretmek için
aralarında girişimlerle elektrik şebekesini kurmuşlardır. Orduya Elektrik
şebekesi gelinceye kadar kendi yağları ile kavrulmuşlardır.
Yurdumuza 1902
yılında gelen elektrik Ordumuza ancak 1930 yılında bir alman firmasının 32500
dolara 4 taksitle ihale edilmesi
sonucunda gelebilmiştir. Bu taksitlerin çoğunu belediye Başkanı Kalfazade Rıfat
Bey kendi cebinden ödemiştir. Dolar 90 krş
0,90x32500 = 292500 Lira
1933 yılında 10.Yıl
kutlamalarında Tüm ordu Millet düzüne
büyük bir direk ışıklı Bayrak asılarak ve şehrin her tarafı elden geldiğince
süslenerek kutlandı. Elektriğin gelmesi
sosyal hayatı renklendirdi.
1 batman = 6 okka(kıyye)
1,283*6 = 7,698 KG 1 okka(kıyye) = 400 dirhem
1 DİRHEM : 1,283/400=
3,2 GR
ORDU
TAYYARESİ OLAYI
Milli
Mücadele yıllarında Yunanlıların
teyyarelerine karşılık teyyarelerimizin sayısı sadece 9 tane idi. Bir de bu
tayyareler bakımsız ve yetersizdi. Eskişehirde tamir ve bakım araç, gereç
yokluğundan itidai usullerle yapılabiliyordu. Çeşitli çalışmalarla büyük
taaruzsıralarındabu sayı 16 ya çıkarılabilmişti. Cumhuriye Kurulduktan sonraBu yüzden yeniönlemler , kararlar gerekiyordu. Türk Tayare
Cemiyeti kurulmuş çalışmalarına başlamıştı.
Türk tayyare cemiyeti kurulduktan sonrail ve ilçelerde şubeler açılmış ve1926 yılından itibaren bağış kampanyaları
başlatılmıştı. Tayyareler o il üzerinde dolaşıyor toplanan paralarla alınan teyyarelere o ilin adı veriliyordu.
Kampanya
boyunca” efendiler ,fedakar köylüler ;
Tayyareye yardım iman ve namus borcudur“
diye anonslar her gün yardım için yapılıyordu. Hatta camilerde hutbeler bile okutuluyordu.
ORDU UÇAĞI
1925 yılında Tayyare Cemiyeti kuruldu. Yurdumuzda
9 tane olan uçak sayısını artırmak için Her ile bir tayyare gibi bir kampanya
başlatıldı. Ordu bu işi benimsedi. Bir uçak parası devlete verildi. Ordu uçağı
orduya gelecek denildiğinde herkes Ömer Ağanın bahçesine toplandı. 1927 yılının
16 Temmuzunda sahile geldi. Vali Ali
Kemal ve beraberindeki heyet başta olmak üzere Sahilde büyük kalabalık meraklı
bakışlarla pilot Adnan Bey ve Muzaffer Beyin Kullandığı uçağı izlediler. Uçak
Pulathane ( Akçaabat ) uçağıyla beraber bir gün sonra yine halkın çılgın
heyecanıyla Ordudan Ayrılırken Ordu Tekamül gazetesinin Ordu uçağı hikayesini
anlatan özel sayısını halka atarak Samsun tarafına doğru gözden kayboldu.
Ordu’
da da tayyare için Güzel Ordu
Gazetesiaracılığı ile kampanya
başlatılmıştı. Ordu halkı bu kampanyaya önem verdi. Öyleki köylülerhayvanlarını bile satmaya başlamıştı. Bir koç ihalesi bile yapılmış Hüseyin Çavuş
adlı vatandaşın 10liralık hediye
ettiğikoç açık artırmada 24 Tlbedelle alıcı bulmuştu. Bu kampanya 2 yıl sürdü. Daha
1927 yılında Ordu adına bir tayyare alınmıştı bile.Bu tayyare Ordu üzerinde uçacaktı. Yer bakımında Akyazı çiftliği yada Eskipazar
Çiftliğitartışıldı. Tayyarenin Ordu
deniz Kenarına inmesine karar verildi. 8
Temmuzda gelen telgrafa göre Ordu tayyaresinin 10 Temmuzda İstanbuldan
kalkacağı ve bazı illere uğramak suretiyle16 Temmuzda Orduya geleceği haberi verildi.
Halk bunu duyunca heyecan sardı. Bütün köylerve kazalardan gelenler bir gün önceden
yollara düştüler.16 Temmuz günü sahili
doldurdular. Ömer Ağa Bahçesi ana baba
günü olmuştu.
Tayyare sabah saat 8de gelecekti. Ancak tayyare 16
temmuz 1928 günü saat9 a doğru yanındaPolathane Tayyaresi göründü. Polathane Tayyaresi yoluna devam etti. Ordu Tayyaresi şehrin üzerinde
birkaç kez tur attı. Gösteriyihalk
merakla, coşkuyla izledi.
Ordu Tayyaresi Yalı Camiini yanından Limana
indi. Halk deniz kenarına akın etti. Bir
kadın Ellerini açmış “Allahım benim ömrümden keskemal Paşaya ver “ diyebağırıyordu.sen onu bize bağışla yarabbim
diyeağlıyordu.
Pilot Adnan Bey ve makinist Muzaffer Bey karaya çıkıp
misafir edildiler. Vali Ali Kemal Aksüt ‘ün
konuşmasından sonra Tayyare Cemiyetiikinci başkanı Abdulkadir Bey ordululara teşekkür etmiş ve ardından
tayyarenin üzerinde Asıl bayrağı hafifçe kaldırarak Ordu Tayyaresi yazısını
halka göstermiştir. Halk coşku içinde alkışlamıştır.
Ordulular adına Nufus Müdürü Ali Rıza Şükuh
Bey,Askerlik Daire Başkanı Yüzbaşı Fevzi
Bey konuşmalarını yaparak tören bitmiştir.
Uçak
personeli akşama kadar orduyu gezmişler; akşamda Türk Ocağı derneğinde çay
partisine katılmışlardır. Ertesi gün halk yine bayram yerine gelmişler coşku
içindeydiler. Saat 13 teYine Polathane
Tayyaresigeldi Ordu Şehrimizin üzerinde
birkaç tur attıktan sonrasaat 15
teOrdu Tayyaresi de havalandı. Halk ellerini
patlatırcasınateyyareyi ve pilotları
alkışlıyorbazıları hüngür , hüngür
ağlıyordu.
Millet ordu uçağını karşılamak için Sahili doldurmuştu.
BATUMDAN ALDIĞI MÜHİMMATI SAMSUNA VE ORADAN İNEBOLUYA
ORADAN DA 1. 2. İNÖNÜ SAVAŞLARINA CEPHEYE ULAŞIMINI SAĞLAYAN GEMİ
ORDU DEPREMİ
1939 YILININ 27 ARALIK GECESİ Erzincanda
7,9 şiddetinde ve 52 sn kadar süren deprem meydana gelmişti. Erzincanda 32962
kişi yaşamını yitirmişti. Bu depremin orduda hissedilmesi 7 şiddetindeydi.
Orduda toplam4 adet zelzele olduğu veOrduda ilk kayıtlarda 10 ölü,Mesudiyede 65 ölü, Fatsada 9 ölü, Gölköyde 1 ölü olduğuve bir çokyaralı olduğu rapor edilmişse de………………Sonraki tespitlerde
Orduda toplam ölü sayısı 417 ;
yaralı sayısının 460 ve 3093 hanenin yıkıldığı anlaşılmıştır. En çok ölümün Mesudiye’de
olduğu 327 TESPİT EDİLMİŞTİR.Bunun sebebinin de Hava şartları ve yol durumu
olduğu aşikardır. Mevsim kış veMesudiye
yayla konumundao zamanki şartlarda yol
elektriksorunu malumdur. Gölköy Mesudiye
arasıyol ya kapalı ya da hiç yok.
Ordu merkezde eski ahşap binalar
( Taşbaşı, zaferi Milli Mahallelerinde ) , beton binalar yıkılmamış sonradan denizin çekilmesi ilemeydana gelen boşlukta yapılmış olan bazı
evler dükkanlar yıkılmıştır.
Köylerde ahşap, dolgu evler, serendeler yıkılmamış kagir evler yıkılmıştır.
Deprem için Orduya hükümet tarafından yardımlar da şöyleydi.
İstanbul kızılayın’dan;
250
çadır,270 balya giyecek ve yatacak, 20 sandık yiyecek, 1 balya pamuk, 14 vagon
kereste, 3 vagon un ve muhtelif yiyecekler….
Ankara kızılay ambarından orduya;
150 çuval şeker, 21338 kg yiyecek,120 teneke kavurma, yapı malzemeleri, 52
sandık çivi , muhtelif yiyecekler
Kızılay umum Merkezinden orduya;
17000 tl para yardımı,muhtelif ilkyardım malzemeleri,
Ordu Belediyesi
tarafından da 500 tl yardım
Bu depremde Valilik Erzincana 500çuval papates yardımı
yapmıştır. Ordunun ihtiyacı varken yıkımdayken böyle yardımın yapılmasının
elzem olmadığıtartışması yaşanmıştır.Hatta
bu yüzden Ordu Kızılay başkanını Yekta Karamustafa oğlunu görevden almış sonar
Haklılığı ortaya çıkınca göreve tekrar gelmiştir.)
Depremin ilk aşamasınad 1500 kişiye iaşe yardımı
yapılmıştır.
Evi yıkılanlara kereste yardımı, çivi yardımı ve ormanlardan
yararlanma hakkı verilmişti.
1927 yılında Köyde çıkarılan ilk gazete ünvanını alan Güzelordu
Gazetesinin sahibi Bilal Köyden’ e de 250 tl yardım edilmiştir. ilçelere yardım
zor ulaştırılıyordu. Özellikle Mesudiye Gölköyilçeleri zorduyardım katırlarla
taşınıyordu. Vona, fatsa, bolaman'adenizden teknelerle yapılıyordu.
Ordu 3. Deprem kuşağındadır.
Bilinen kayda değer ilk deprem 1898 yılında hafif ve
şiddetli 3 sarsıntı,
1931 yılının nisanındaöğle vakti 2 sarsıntı,
1939 yılının 27 aralık ta 7 şiddetinde4 ayrı sarsıntı,
1940 yılının nisanındabiri hafif, biri şiddetli 2 sarsıntı,
1942 aralık ayında Niksarda 7 şiddetindeki depremde ordudan
şiddetli hissdilmiştir.Bu deprem ÜNYEDE KAYDA DEĞER ZARARLARA YOL AÇMIŞTIR.
1954 Yılının 19 ağustosunda orta şiddette 2 sarsıntı
olmuştur.
ADINA TÜRKÜLER YAKILAN TABYABAŞI
Tabyabaşı’nda üç kız yan yana’ türküsündeki kızlardan birinin sizin olduğunuz söyleniyor, bu iddialar doğru mu?
“Böyle söylendiğini ben de duydum. Ama doğru olup olmadığını ben bilemem. O dönemde Tabyabaşı’nda çok sayıda kız bulunurdu. Orası bir merkezdi. Sadece kızlar değil erkekler de oralarda dolaşırlardı. Hatta aileler gelir çevrede piknik yaparlardı. Kızlar ikişer, üçer oturur sohbet ederlerdi. Türküyü yazan kişi kafiyeye uygun bulduğu için olsa gerek ‘3 kız’ demiş olabilir. Oysa orada 4’lü, 5’li hatta 6’lı gruplar halinde genç kızlar da oturur, erkekler de otururdu..”
Tabyabaşı’nı bir kez de sizden dinlemek istiyoruz, neydi oranın özelliği
“Dedim ya Tabyabaşı bir sayfiye yeri gibiydi. Deniz seviyesinden yüksekte olduğu için, geçmişte denizden gelebilecek tehlikelere karşı orada askeri topçu bataryaları bulunuyordu. Topçu birlikleri oradan kaldırılınca, o alan ünlü oldu. İnsanlar orayı görmeye geldiler. Zamanla da buluşma alanı haline geldi. Özellikle Pazar günleri, insanlar çevreye yayılır, az da olsa gelen-geçen arabalar izlenir, sohbetler edilirdi. Bu durum da sosyalleşmenin bir başka özelliğini oluştururdu... Burası Ordu için çok önemliydi; şimdiki Sıtkıcan Caddesi şehrin Keçiköy’le birlikte şehrin batıya açılan penceresiydi. Şimdiki sahil yolu olmadığı için Samsun’a, Ankara’ya ve İstanbul’a bu yoldan geçilerek gidilirdi. Tabyabaşı’nın çevresinde çay bahçeleri vardı. Bu bahçelerde transistörlü radyolar dinlenir, gramofon marifetiyle taş plaktan Türk halk ve Türk sanat müziği şarkıları dinlenirdi. Tabyabaşı biraz yüksekte olduğu için yaz-kış püfür-püfür eser, yaz ayları buranın insana verdiği haz çok keyifli olurdu..
Yine yeşillendi fındık dalları / Acep ne olacak yarin halleri Dalgalanıyor pembe şalvarı Kız allan pullan gel – gel yanıma Beyaz kollarını dola boynuma
Tabya başında üç kız yan yana İçlerinden biri pışt dedi bana (göz etti bana) Sağ olsun (nur olsun) seni doğuran ana / Kız allan ...
Fındık dalları yerlere değer / Yarin bakışları kalbime değer Ölürüm seni almazsam eğer / Kız allan ...
Yöre: ORDU
Kaynak Kişi: Muhsin Tercan Derleyen: Nurettin Çamlıdağ
GÜLCEMAL EFSANEVÎ BİR GEMİDİR
Gülcemal efsanevî bir gemidir… Denizcilik tarihimizde efsaneleşen iki gemiden birisi olan Gülcemal –diğeri Yavuz zırhlısı- Osmanlı Padişahı Sultan Reşad’ın Annesinin adını taşır. Adı mânilere, türkülere, şiirlere karışmış olup, özellikle de Karadeniz kıyıları halkının dilinde masallaşmış, her şeyiyle efsane olmuş bir gemidir. Osmanlı’nın son dönem ve Cumhuriyet’in ilk dönem devlet adamlarının neredeyse tamamı bu gemiyle seyahat etmiştir.
İlk adı ‘Germanic’ olan Gülcemal, daha sonra Titanic’i inşa
edecek olan İngiliz White Stars firması tarafından 1874 yılında Belfast’ta
denize indirilmiş ve uzun yıllar Avrupa-Amerika hattında yolcu taşımıştır. 1910
yılında 15 bin altın karşılığında Osmanlı hükümeti tarafından 37 yaşında iken
satın alınmıştır. 1914’te Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasından bir süre sonra
asker taşımada kullanılmaya başlanan Gülcemal, bir ara hastane gemisi olarak da
hizmet vermiştir
Daha sonra Karadeniz, Ege, Akdeniz
hatlarında posta seferleri yapan Gülcemal, Amerika’ya giden ilk Türk gemisi
olarak da tarihe geçmiştir. Yolcuların çok sevdiği bu iki bacalı gemi,
özellikle düzenli posta seferleri yapmaya başladığı Karadeniz halkının
sevgilisi olur… Adına posta pulları bile basılır…
Gülcemal’in
saltanatı 1950 yılına kadar sürer. 75 yaşındaki yorgun Gülcemal, 1950’de
sökülmek üzere bir İtalyan firmasına satılır.
Transcript
GÜLCEMAL 1874- 1950 Türk denizcilik
tarihinin yakın dönemlerinde, efsaneleşmi iki gemisi vardır.
Bunlardan birisi savaş gemisi olan YAVUZ ; ötekide
yıllarca halkın gönlünde taht kuran ünlü yolcu gemisi Gülcemal’dir. 1920 li ve
1930 lu yıllarda anne babalarımızın,
dedelerimizden yıllarca dinlediğimiz manilere, türkülere özellikle de Karadeniz de yaşayan halkın
dilinde masalları her şeyi ile efsane olmuş bir Gülcemal
142
metre uzunluğunda, 14 metre genişliğinde ve su altında kalan kısmı yaklaşık 10
metre olan, üst güvertesi açık, iki bacalı, dört direkli, 5071 grosstonluk
geminin teknesi su geçirmez perdelerle 8 bölmeye ayrılmıştı
Gemi
kendi döneminin bir teknoloji harikası olarak görülmekteydi.
Geminin
yemek ve dinlenme salonları hayli geniş tutulmuş, geniş oyun yerleri , lüks
restoranları, göz kamaştırıcı salonları ile lüks oteller ayarında yüzen bir
saray görünümündeydi. Geminin birinci mevkiinde 220 yolcu ağırlanıyordu, ikinci
mevki kamaraları yoktu ancak alt kısmında 1500 göçmen taşıyabilecek geniş
koğuşları vardı. Geminin mürettebatı 130 kişiden oluşuyordu.1893’teAmerika'ya ChicagoSergisi’ne görevli olarak giderkenLiverpool’
dan bu gemiye binen Ubeydullah Efendigemiden
bahsederken geminin gezinti güvertesinin üstünde köşk şeklinde bir
kütüphanesinin olduğunu, yemek salonunun vapurun baş tarafına bakan kısmında
büyük bir piyano ve ayna bulunduğunu, kütüphanenin duvarına her sabah saat 9’da
bir cetvel asıldığını ve bu cetvelde kalkış limanından kaç mil uzaklaşıldığı,
varış limanına kaç mil kaldığı gibi seyirle ilgili güncel bilgilerin yel
aldığını, geminin içinde çiçek yetiştirilen bir bahçesinin olduğunu ve yemek
masalarına her gün oradan taze çiçek getirildiğini ve gemide her gece
konserlerin düzenlendiğini belirtmektedir.
Denize
indirilişinden 21 yıl sonra 1895 yılında gemi yeniden donatılmış, geminin
hızını arttıran yeni bir makine takılmış, yeni bir güverte eklenmiş ve bacaları
yükseltilmiştir. 13 Şubat 1899 tarihinde, şiddetli kar fırtınası nedeniyle
geminin güvertesinde, yelkenlerinde,direklerinde ve bunları tutan halatlarda
kar ve buz biriktiğinden gemi aşırı yüklü hale gelmiş ve dibe oturmuş, geminin
bir tarafı da rıhtıma yaslanmıştı, şans eseri o sırada New York limanında
bulunduğu için kurtarılarak 10 gün sonra tekrar yüzdürülmüştür.
Osmanlı
Seyr-i Sefain İdaresi tarafından 25,110.60 altın liraya satın alınan gemiye
Sultan V. Mehmet Reşat’ın annesinin adı olan ve "gül çehreli, gül gibi güzel" anlamına gelen Gülcemal
adı verildi. Geminin adı ilk dönem kayıtlarda "Gül Cemal" olarak
geçti, 1928 yılında Türkiye Seyrisefain İdaresi'ne devredilince
"Gülcemal" adı tescil edildi.
Osmanlı Seyr-i Sefain İdaresi tarafından
satın alındıktan sonra da Almanya'ya
olan bir seferi sırasında tersaneye alınarak esaslı bir revizyondan
geçirilmişti.
Gemi ilk zamanlarında Türk askerlerini Yemen'e
taşıdı.
Karadeniz limanlarına düzenli düzenli posta seferleri yapmaya
başladı.
1911'de
Sultan Reşad onunla Rumeli
seyahatine çıktı.
Balkan Savaşı döneminde Osmanlı Devleti'nin Balkanlar'da
kalan son askerleri 19 Haziran 1913'te Seman iskelesinden Gülcemal
Vapuru ile Rumeli'nden aynldı.
Hac zamanlarında binlerce yolcuyu Mekke'ye en
yakın liman olan Cidde
limanına taşıdı.
1914'te
I.Dünya Savaşı çıktığında Gülcemal asker taşımada kullanılmaya
başladı,
Bir dönem hastane gemisi olarak da
hizmet verdi.
27 Şubat 1915
tarihinde Ege'den Marmara'ya sızan İngiliz denizaltısıİstanbul'dan Çanakkale'ye asker taşımakta olan Gülcemal'i 1915 yılının Mayıs
ayının başlarında İmralı Adası önlerinde yakalayarak torpillemeyi başardı
Pruvasından
yara alan gemideki askerleri kurtarmak için Şirket-i HayriyeCemal Kaptan idaresindeki 67 numaralı
Kalender adlı yeni vapuru ile 27 numaralı Sahilbent adlı araba
vapurunu olay yerine gönderdi. Askerler ve savaş malzemeleri birkaç gün içinde
yakındaki Bolayır ve Lapseki
iskelelerine taşınırken Gülcemal de yedekte çekilerek 2 yıl sürecek tamiratı
için İstanbul'a getirildi.
Savaşın sonunda Gülcemal 1918-1919 yılları arasındaki
mütareke döneminde Yunanistan ve Mısır'daki esir kamplarında tutulmakta olan Alman
askerlerini Wilhelmhaven ve Hamburg
limanlarına taşıdı.
Amerika'ya 1920 ve 1921 yıllarında toplam 4 sefer yapan
Gülcemal, Amerika'ya giden Türk bayraklı ilk gemi olarak Türk Sivil
Denizcilik tarihine geçmiştir.
Türk
göçmenleri 1920 yılına kadar seyahat ettiler
Seferlerden
birinde Gülcemal bir talihsizlik sonucu New York limanında yanaşacağı rıhtıma
yanlışlıkla bindirerek hasara yol açtı ve Amerikalılar gemiye tedbir koydu
ancak Lütfi Kaptan kişisel girişimleriyle gemiyi hacizden kurtarıp İstanbul'a
geri getirdi. Gülcemal'in Amerika'ya 4. ve son seferi 21 Ekim 1921 tarihinde
oldu
Kazım Karabekir 1922
de Ankaraya dönerken Orduya uğrar. Tam bu sırada Fransız Pake yük ve yolcu gemisi Fransız torpidosu ile
Giresundan Orduya gelmektedir. Tam bu sırada
Türk Acentasına bağlı Ümit gemisi ile
Abulhayr açıklarında karşılaşır.
Faransız torpidosu Ümit gemisini
durdurur ve arama yapar. Bu arama Türk Halkını kızdırır. Fransız Pakeye yük
taşımayı reddeder. Fransız gemisine hakkı reis ve ekibi yük taşımaya yanaşma.
Fransız kaptanı yetkilileri 3500 tl ve altın rüşveti vermeye bile kalkarlar.
Hakkı Reis ve ekibi diğer mavna ve kayıklara da pakeye yük vermemeleri için uyararır. Aslında bir
ermeni gemisi olan Pake gerisin geriye gider ve bir daha Karadenize çıkmaz.
Gülcemal,
Cumhuriyet döneminde Karadeniz, Ege ve Akdeniz hatlarında posta seferlerinde kullanıldı.
15
Mayıs 1923 tarihinde Trabzon yolundaYosun
Burnu'nda karaya oturduysa da Alemdar tahlisiye gemisi tarafından
kurtarıldı.
Başkanlığını İsmet Paşa'nın yaptığı Lozan Barış
Konferansı Heyeti'ni de bu yıllarda
Gülcemal taşımıştır. Atatürk
deniz gezilerini zaman zaman Gülcemal Vapuru ile yaptı.
Gülcemal Vapuru
1928 yılında Haliç
Taşkızak Tersanesi'nde tamirdeydi.
1931
yılında Marmara Denizi'nde karaya oturduysa da kurtarıldı.
Son yılları (1937-1950)
Gülcemal
nihayet 1937'de hizmet dışı bırakıldı ve Haliç'e bağlandı. Uluslararası Lloyd
kayıtlarında adı en son 1945 yılında yer aldı.
1949
yılına gelindiğinde limanda ardiye gemisi olarak kullanılıyordu. Ertesi yıl
yüzer otel haline getirileceğine dair söylentiler çıktıysa da 75 yaşındaki gemi
hurda olarak İtalyanlar'a satıldı.
1950
yılında bir açık deniz römorkörü tarafından çekilerek limandan çıkarıldı ve
sökülmek üzere Messina
limanına gönderildi.
1950 yılında söküldüğünde 75 yıllık hizmet
ömrüyle o tarihte dünyanın en uzun süre çalışan ikinci gemisi olarak kayıtlara
geçmiştir.
ATATÜRK VE GÜLCEMAL
Atatürk'ün Gülcemal Vapuru ile yaptığı deniz gezileri şu
şekildedir:
4 Ocak 1926 tarihinde Mudanya’da
Gülcemal Vapurunda tertip edilen baloda bulundu,
17
Ocak 1933 tarihinde Eskişehir’den trenle Derince’ye
geldi oradan Gülcemal Vapuru ile Mudanya’ya gitti.
28 Ocak 1933 tarihinde Mersin’de
Gülcemal Vapuruna geçti. 29 Ocak 1933 tarihinde Gülcemal vapuru ile Antalya’ya
geldi.
30 Ocak 1933 tarihinde Gülcemal vapuru ile Fethiye ve Marmaris
koylarını gezdi. 31 Ocak 1933 tarihinde Gülcemal vapuru ile İzmir’e
gitti.
6 Şubat 1933 tarihinde Bilecik ve
Bursa’dan Mudanya’ya geldi, Gülcemal Vapuru ile İstanbul’a hareket etti.
25
Haziran 1934 tarihinde İran Şahı ile birlikte Çanakkale’de Gülcemal vapuruna bindi. 26 Haziran 1934 tarihinde
Adalar ve Moda önünden Gülcemal ile geçti, İran Şahı Rıza Pehlevi ile Sarayburnu’ndan gemiden ayrıldı.
Atatürk, 5 Haziran 1926'da Mudanya'da
Gülcemal Vapuru Hatıra Defterine şunları yazmıştır.
"
Gülcemal Vapuru'nda gördüğüm intizam ve mükemmeliyet takdire değerdir. Genel
Müdür Beyefendi'ye, geminin süvarine ve bütün mürettebatına teşekkür ederim.
Gazi M. Kemal"
Karadeniz manilerine konu olmuştur. Her zaman, her yerde söylenegelmiştir.
"hanginiz bilir, benim kadar,
karpuzdan fener yapmasını;
sedefli hançerle, üstüne, gülcemal
resmi çizmesini;
Gülcemal...
Mübadillerin
hafızasındaki en net isim. Kiminle konuşsanız, bohçasından bir
"Gülcemal" anısı çıkar...
Kıyıdan
sallanan her mendilin ardından giden geminin adıdır Gülcemal...
Çocuklarından
ayrılan baba...
Nişanlısını
bırakıp giden erdir Gülcemal...
Bir sabah
ezanıyla yola çıkmaktır Gülcemal...
Akşam olunca
hüzün doldurmaktır kadehe...
Dumanı tüten
her baca, biraz Gülcemal'dir...
Aşktır
Gülcemal, özlemdir, acıdır, vatandır...
Gülcemal,
herşeyden öte; 'ana'dır...
Gülcemal'in
Karadeniz insanı için anlamı bir başka... Bir zaman posta taşıyan
"gülcemal", mübadeleyle birlikte anlam da değiştiriyor Karadenizliler
için. Karadenizli, en çok maniyi de yine Gülcemal'e yazıyor:
Gülcemaldedukleri
Denizi
elekleyi
Bacalaridumanli
Kıyılaribekleyi
Gülcemal
Gülcemal
Savruluyi
dumanıni
Aldın gittin
yarımi
Yoktur senin
imanın
Ah gülcemal
gülcemal
Dört tane
direğin var
Aldın benim
babamı
Ne hain
yüreğin var
Geminin
direği yok
İçinde
gezeni yok
Türkiye'yi
hep gezdim
Babandan
güzeli yok
Gemi gelir
yan verir
Şehirlere
can verir
Benim yarimi
gören
Ayak üstü
can verir
Gemi geliyor
gemi
Dört direkli
olacak
Benle
sevdalık eden
Çok yürekli
olacak
gülcemal
dedukleri
denizi
elekleyi
bacalari
dumanli
kıyılari
bekleyi
Gülcemal,
halk arasında o kadar sevilmiştir ki, sanki efsaneleşmiş gibiydi. Karadeniz’de
pek çok kişi, bu geminin bazı hastalıkları iyi edeceğine inanmaya başlamıştı.
Rize’ye gelip de açıkta demirlediği zaman bazı kimselerin hastalarını tedavi
etmek amacıyla onları bir kayığa bindirerek Gülcemal’in çevresinde yedi kez
dolaştırdıkları anlatılır.
,
ORDU VE AYANLAR MESELESİ
Osmanlı
Devletinde bir bölgenin toprak ağası ve ileri gelen kişilerindendir. Ayanlar
devletin vergilerini ve asker toplama işlerini yaparlar.
Osmanlı
Devleti’nde 16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren merkezi otoritenin
zayıflamaya başlamasına paralel olarak devletle halk arasında irtibatı sağlayan
mahalli ileri gelenler (ayan) yavaş yavaş önem kazanmaya başladı.
Sened-i İttifak ile Sultan II. Mahmut
ayanların bu ağırlığını kabul etti, ancak onları bir nevi disipline etmeyi de
başardı. Padişah yetkileri üzerinde ilk kez halktan bir grubun sınırlamasını
kabul ediyor gözükse de, kısa süre sonra bu anlaşma yardımıyla ayanları
zayıflatmayı başardı.
Ayanlık buyrulduları rüşvete konu olunca bu kurum 1786’ da kaldırılmış yerine
şehir kethüdalıkları kurulmuştur. Ancak, aradan fazla zaman geçmeden ayanlığa
tekrar dönülmüştür. Osmanlı Devleti özellikle II. Mahmut’
tan itibaren ayan ailelerine mensup kişilere devlet memurluğu vererek
etkilerini kırmış ve Tanzimat’ tan sonra hükümet, vilayet idaresini doğrudan
doğruya merkezden gönderilen valiler vasıtasıyla yürütmeye başlamış ve
böylelikle Osmanlı tarihinde görülen “ ayanlar devri” kapanmıştır. Ayrıca ayanlığın
güçlenmesinde etkili olan malikane sistemi ile mütesellimliğe Tanzimat devrinde
son verilmesi ayanların güç kaybetmesine neden olmuştur.
Ordu
kazasında uzantıları olmakla beraber (Canikli, Haznedar, Tuzcuoğulları gibi)
büyük hanedanlar görülmemektedir. Daha ziyade bu büyük âyan ailelerinin
uzantıları, müttefiki, akrabası,konumunda hiyerarşik olarak ikinci ve üçüncü sırada yer alan
âyanlar/ağalar söz konusudur
“Karadeniz‟de
âyanlık mevkiini ele geçiren ailelerin tamamına yakını eşkıya ve mütegallibe
kökenlidir. Bunlardan birisi, eşkıyalık ve mütegallibelikle meşhur Canikli Genç
Mustafa Ağa‟dır. Kendisi Canikli Ali Paşa‟nın sahip çıkmasıyla Ünye âyanı
olmuştu.Yine Ünye âyanlığı yapmış
olanlardan Çalıkoğulları da eşkıyalık ve mütegallibelikten gelmişlerdi.
1850’de
doğan Süleyman Ağa, 1893 yılında Belediye Reisi olmuş sekiz yıl bu görevi
yapmıştır. Şehrin ileri gelenlerinden olan Felekzade Süleyman Ağa, Milli
Mücadele döneminde de şehirde önemli roller üstlenmişti.
Ancak 1740
yılı ve sonrası yeniden hareketlenen Osmanlı-İran savaşları sebebiyle bölgedeki
“Kürtünlü eşkıyası” meselesi ortaya çıkmış,ayanların bunlar üzerinden yürüttükleri hakimiyet mücadeleleri
artmıştı.İran seferinin lojistiği için
âyanlardan yardım istenmiş, bu durumu fırsat olarak gören âyanlar ise bir
taraftan cepheye lojistik destek verirken diğer taraftan reayadan gayri kanuni
paralar toplamışlardı.
Ordu
kazasında yüzyılın ilk yarısındaki iki İran savaşı ve seferinin Ordu’da
âyanlığın ortaya çıkmasında etkili olan en önemli olaylar olduğu
anlaşılmaktadır
Nitekim Ordu
kazası yerel tarihine ait şecerelerde geçen ve âyanlık dönemine ve
birbirleriyle mücadelelerine ait en eski anlatı Şeyhoğulları ile Kadıoğulları
arasındaki mücadele ve bu mücadele karşısında merkezi otoritenin aldığı tavırla
ilgidir. Ordu’da âyanların birbirleriyle ve merkezle mücadelelerine dair
şecerelere yansıyan bir anlatının bu dönemlerden kaldığı düşünülmektedir.“… Halk Derebeyi geçinen Şeyh ve
Kadıoğullarının eli altından dışarı çıkmazmış. Bu iki ağa birbirleriyle daima
savaşırlarmış. Bu hal padişaha duyurulmuş. Bu iki ağanın kafalarının kesilmesi
için Samsun‟da bulunan Osman Paşa‟ya emir verilmiş…En önce Şeyhoğlu ve
maiyetiyle savaşmış, neticede yakalanıp öldürülmüş ve kesik başı kazığa
geçirilerek halka gösterilmiş. Hareket bir müddet için durmuştur. Kadıoğlu bu
durumu görünce teslim olur düşüncesiyle bir müddet beklenmiş. Kadıoğullarından
bir cevap alınamaz… Bir müddet sonra Osman Paşa‟nın huzuruna attan inmemek
suretiyle çıkar. Osman paşa, atının üstünden inmeyerek huzuruna çıkan
Kadıoğlu‟na hiddetlenerek başının kesilmesi
Osman
Paşa’nın Ordu’nun kentleşme sürecindeki etkisine dair: “Sonra halkı bir araya
toplayıp padişaha muti olmalarını, aksi halde kafalarının böyle kesileceğini,
kesin bir konuşma ile ihtar ediyor. Eskipazar‟da sekiz kadar sanatkar
Ermeni‟yi, birkaç Rum‟u alıp Bucak‟a getiriyor. Ermenilere Boztepe‟nin
eteğinde, Rumlara sahilde yer gösteriyor.” 1798 tarihi ile nüfus defterlerinde
mütesellimin artık Bucak’ta kaydedildiği 1831-1834 yılları arasında
yaşanmıştır. Yani bu 30 yıllık dönem içerisinde Bayramlı bir idare merkezi
olmaktan çıkmış ve Ordu livasının yönetim merkezi sahile/Bucak’a taşındığı
anlaşılmaktadır.
1)
Ordu Kazasında Âyan Ailelerine Ait Bazı Şecereler
Ordu kazası yerel tarihinde âyanlık dönemlerine ait bazı
bilgi ve olaylara dayalıAyanlar
bilinmektedir.Ordu’da dönemin âyan ailelerindenbazıları;
Felekzade oğullarıı
Şeyhoğulları
Alaybeyoğulları
Felekzade
oğullarıi/
Felekzadelere
ait şecere Felekzade Süleyman Efenditarafından hazırlanmıştır. Hazırlanan secere içindeki bilgiler on
yedinci yüzyılda başlayıp yirminci yüzyılın ilk yarısına kadar gelmektedir ve
1923 yılında basıldığı sanılmaktadır.Şecere hazırlanırken, aile içinde anlatıla gelen sözlü rivayetlerin
yanında, mezar taşları, tapu senedi, ferağ, tımar kaydı, nüfus tezkereleri gibi
belgelerden yararlanıldığı ifade edilmiştir.
Felekzadeler’in kendilerini Antakya menşei olarak
belirtmektedirler.
Şeyhoğulları/
Şeyhoğullarına aitsecere Bilal Köyden tarafından hazırlanmış
1962’de bitirilmiştir. Bu aile de şecerelerini, Felekzadeler gibi, bulundukları
bölgeden Celali isyanları sonucu çıkan kargaşadan kaçarak Ordu’ya geldikleri ve
yerleştikleri görüşleri ile başlatmaktadır. Şecerede, aile ile nispeten
sağlıklı bilgilere ise on dokuzuncu yüzyılın başlarından itibaren
ulaşılabildiği görülmektedir. Şeyhoğulları’nın kendilerininDiyarbakır veya Antakya’dan geldiklerini
belirtmişlerdir.
Şeyhoğulları ile ilgili olarak şecerede; “Ellerinde her
türlü maddi imkan olduğu halde, Şeyhoğulları şehre karşı ilgisiz kalmışlar,
köyde yaşamaktan özel bir zevk duymuşlardır. Ancak 1835 yılında doğan İbrahim
Ağa şehre inmeyi düşünmüş Bülbül deresi kıyısında Kozluk denilen mevkide bir
ev, yine şehirde bir fırın ve deniz kıyısında bir köşk yaptırmıştırdığı rivayet
edilmektedir. Onu 1910 doğumlu Kahraman (Sağra)takip ederek Selimiye mahallesine yerleşmiştir. Aradan uzun yıllar geçmiş,
hayat şartları değişmiş, okur yazar olanlar yavaş yavaş şehre inmeye
başlamışlardır. Birinci Dünya savaşından önce yalnız Mustafa ve Ahmet Ağalar
ticaret alemine katıldıkları halde, daha sonra sayıları çoğalmış, 1945 yılını
takiben şehre yerleşenlerin adedi artmış, mülk sahibi olanlar on kişiyi
bulmuştur,
Alaybeyoğulları/
Şeyhoğulları
ile aynı soydan geldikleri ifade edilen Alaybeyoğulları şeceresi ise
diğerlerine göre daha kısa olup kimin tarafından hazırlandığı belli
değildir.Her üç şeceredeki
anlatımlarda mezar taşları, berat kayıtları, tapu senetleri gibi belgeler
merkezli yer, zaman, kişi ve tarihlerin belirli olduğu bilgiler kullanılmıştır.
Alaybeyoğulları ise kökenlerini Halep Vilayetinin Antep Sancağı olarak
belirtmektedirler.
Görülüyor ki
bu üç aile;kökenlerinigüneybölgeleriolarak ifade
etmişlerdir.Osmanlı Celaliisyanları sırasındaoluşan kaos sebebiyle geldikleriifade edilmektedir.Kıyılara değilde iç
kısımlara, dağlık alanlara yerleşmeye çalışmışlardır. Felekzadeler Canbolatoğlu
isyanı ve Celali olaylarındaki kargaşalıklara, Şeyhoğulları da Celali
kargaşaları ve kan davası sonucu bulundukları bölgeleri terk etmek zorunda
kalarak Karadeniz’e geldiklerini ifade etmektedirler.
Tanzimat
döneminde (1839-1876) âyanlar, kendi dönemlerinde olduğu gibi hem kendi
aralarında hem de Babıâli ile iktidar mücadelesinde bulundular. Bilhassa
merkeziyetçi yönetime yönelik reformcu girişimler, bazı âyanlarda taşradaki
yerel otoritesini kaybetme korkusu yarattı. Bütün bunlara rağmen âyanlar sosyal
ve ekonomik nüfuzlarını sürdürdüler. Muhtarlık, müdürlük, kaymakamlık,
mutasarrıflık ile valilik makamlarına getirilerekyaşadılar.
Ordu
kazasının on dokuzuncu yüzyıldaki kentleşme süreci, Tanzimat ve ayanlık
olgularının birbirleriyle ilgili ve paralel bir süreç izlemiştir. Ordu bir
sahil iskelesi olarak on sekizinci yüzyılın sonlarında kurulup gelişmeye
başladı.Ordu ölçeğinde âyan kökenli birçok aile on dokuzuncu yüzyılın ikinci
yarısında ticarete yönelmişlerdir.Bu durumdaonların nüfuzlarını devam
ettirmesini sağlamıştır.
“150
yıldan bu yana bu üç aileden(Şeyhoğulları, Alaybeyoğulları,
Boğukoğulları)zamanın hükmüne göre, bir
hayli ictimai mevki sahipleri yetişmiştir. Milis kumandanı, mebus, hakim,
avukat, belediye reisi, bankacı, gazeteci vs… Bu üç aile arasında yer almayan
iki tip vardır. Derviş ve sarıklı hoca! Din ve mezheplerine sıdk ile bağlı olan
bu ailelerden bir çok hacı olduğu halde, hoca ve derviş zuhur etmemiştir.
Bundan da anlaşılıyor ki, bu ailelerin efradından hurafeye ve taassuba itibar
edenkimseler olmamışlardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder