ORDU TARİHİ İL OLUŞU , ORDU TAYYARESİ , KARADENİZ MEŞHUR GEMİLERİ ORDU DEPREMLERİ, TARİHİ YERLER, AYANLAR





ORDU İLİ  52  PLAKA




2022 TEMMUZ 
ORDU




Antik dönemde Sinop İlinin kolonisi durumda olan ve Amfiteatr şeklindeydi.

 Boztepenin eteklerinde kurulu bir yerleşim yeriydi.  20. Yüzyıl başlarında Pirinç tarlalarıyla doluydu. Sivrisineklerden dolayı yerleşim zordu ve halk senenin  3/ 4 ünü (yarısından çoğunu) yaylalarda özellikle çambaşında ve Karagöl Yaylasında geçirirlerdi. Ahalinin çoğunluğu  15000 nufusun 5500 ü Rumlardan oluşmaktaydı. 350 Öğrencili POSOMİADİOS Okulu, 150 Öğrencili Karidios Okulu , Anaokulu 150 öğrencilik 5 sınıflı kız okulu bulunuyordu.

Orduda Yunuslar tutulur balık yağı üretilirdi. Bunlarla kundura ve terzilerin dükkanları aydınlatılırdı. 309 tane köy bulunup hayvancılık gelişmiş tereyağ, peynir, yumurta  ihraç ürünleriydi














ORDU İLİ  İL OLUŞ KANUNU 



Ordu livasında Etkili kişiler; VE  İl oluş  devamında gelişmeler.

1-Karahisar Mebusu; Serdaroğlu Mustafa bey,

2-Bolu Mebusu Tunalı Hilmi bey, önceleri Orduda Kaymakamlık yapmıştı.

3-Şebinkarahisar Mebusu; menduh bey,

Mesudiye ilçesi 20/5/1933 tarihinde Orduya bağlandı. Fatsa ve Ünye Orduya bağlanmak istemiyorlardı. Hatta ünyede bir karşı çıkış mitingi bile yapıldı.Ünye  Her zaman Ordudan ayrılmak il olmak için çalışmışlardır.

4 Nisan 1921 Ordu Liva olunca  Valiliğine Ahmet Faik Günday gönderildi. Bu Vali Fatsa ve Ünyelilerle çok uğraştı. Ahmet Faik Günday ; İsa Cordanın inkılab-ı İçtima-i Kulübü azalarından oluşan 75 kişilik ekiple beraber  valilik ileri gelenleriyle Ünye Ve Fatsaya  ziyaret yapılır. Buralarda “İntibahi Milli Piyesi oynandı ve gelirleri Okullara bırakıldı. Vali dönüşünde Bolamanda Hazinedarların misafiri oldular. Heyet ziyareti olumlu etki etmiştir.

Ordu Mebusu Recai Bey ilk olarak Ordu Sivas yolunu gündeme aldırdı. Sırrı paşa çok çalıştı. Ordunun Vonasının tabii liman olduğu Ve ticaret için güvenli limanların  önemli olduğunu Recai Bey mecliste uzun uzun anlattı. Yine  Ordu Mesudiye yolunun önemini Bir zamanlar Ordu Kaymakamlığını yapan Tunalı Hilmi Bey de Ordunun dereyol projesine destek istemişlerdir.

Bu yolun 1873 yılında sivas Valisi Halil Rıfat Paşa ve Ordu Valisi sırrı paşa bu yolu açmışlardı. 1890 Çıngıryan Efendi proje çizdiyse de yol bugüne kadar gelişme olmamıştır. Bunun üzerine  yol isteği “ Ordu sivas yolu kanunu 50 000  Lira ödenekle 12/4/1921 kabul edildi. Bu tarihte ordu ili 360 köy ve 160 000 nufuslu il idi.

İçişleri Bakanı Fethi Bey 13 Mart 1922 Orduyu ziyarete geldi . Fethi Beyi Ordu Mutasarrafı Ethem Bey karşıladı. Bu ziyarette Giresun Belediye Başkanı da olan Topal Osman, Çürüksulu Ziya Beyler de vardı. Ethem bey Kafileye  yemek verdi. Bir gün sonra da Çürüksulu Ziya Bey Hacı Harun Efendi Konağında yemek verdi. Ordu Ziyareti  heyecanlı geçti. 






                                

TARİHTE ORDU
İl merkezinde bilinen ilk yerleşme yeri, Kirazlimanı Mezarlığı yanındaki Bozukkale (Kotyora)dır. Kotyora’nın Grekçe’de Dağ Eteği anlamına gelmektedir. M.Ö. IV. Yüzyıl’da burada yerleşik bir kavim kolonisi yaşadığı bilinmektedir. Bazı tarihçiler Kotyora kelimesinin aslının Kut Yöresi olduğunu, burada Kut Türklerinin yaşadığını söylerler. Burası, M.Ö. II. Yüzyıl’da Pontus Kralı I.Farnak zamanında boşaltılarak halkı Giresun’a nakledilmiştir.

M.Ö. 675’lerden itibaren Ordu’nun içinde bulunduğu Orta ve Doğu Karadeniz Bölgesi’ne sırayla, Kimmerler, Miletliler, Persler, Makedonyalı İskender ve komutanları hakim olmuştur. Bundan sonra yöreye, yaklaşık 3,5 asır yaşayan Pontus Devleti (M.Ö.280-M.S. 63) hakim olmuştur. Bu devleti Roma İmparatorluğu ortadan kaldırmıştır.N


Bolaman da Balaban Türklerinden gelme kolonininde bulunduğuna  yer verilmektedir.

Ordu yöresinde yaşayan kaimlerden Halipler madencilikte ileri gitmiş olup, Ordu topraklarında demir madeni başta olmak üzere bazı madenleri işlemişlerdir.

     M.Ö. 400 yılında, Kolhlar, Driller, Mossinoikler, Halipler ve Tibarenler gibi Yunan asıllı olmayan kavimler yaşamaktaydı.

Deniz kenarında bulunan ünlü Yason Burnu’nunda dünyaca ünlü Argonot Efsanesinin geçtiği mekânlardan biri de bu yöredir.

İl Merkezine 13 km. uzaklıkta olan tarihi Kurul Kaya Yerleşkesi’nin de tarihçesi 2.000 yıl öncesine kadar iner.



Çambaşı Yaylası da, insanların çok eski tarihlerden beri yaşadığının izlerini taşımaktadır. Burada, M.Ö. ki çağlarda yaşayan insanların madencilik yaptığına dair izlere bu gün bile rastlanmaktadır.

Türklerin Ordu’ya gelişlerine kadar (14. Yüzyıl) yörede, Roma ve daha sonra da Trabzon Rum Devleti (1204-1461) hâkimiyet kurmuştur.

Türklerin Ordu’ya Yerleşmeleri

        Türklerin (Oğuzların Çepni kolu) Ordu topraklarına ilk girdiği nokta, Aybastı Perşembe Yaylasıdır.

        Prof. Dr. Bahaeddin Yediyıldız’ın araştırmalarına göre, Ordu Türkler tarafından ancak 14. Yüzyıl’ın sonlarında feth edilmiştir.

“…Önce Niksar’ın doğu taraflarındaki bölgede kurulmuş olan Hacı Emir Beyliği, faaliyetlerini 14. Yüz yıl sonlarında doğuya doğru geliştirmiş ve bu Türk beyliğinin en büyük beylerinden birisi olan Süleyman Bey,1396-97’de Giresun şehrini zapt etmiştir.

        Süleyman Bey’in bu fethiyle birlikte, bölgeye, Çepni, Döğer, Eymir, Karkın, Alan-Yutlu, Bayındır, İğdir gibi Oğuz boyları gelip yerleşmişlerdir. Bu boyların hatıraları bölgede hala yaşamaktadır. Bundan çok kısa bir süre sonra yine aynı Bey tarafından, Ordu toprakları feth edilmiştir.”

1270’li yıllarda buralarda yaşayan Hacı Emiroğlu Beyliği, ancak 130 gibi yıl çok uzun bir zaman sonra, Ordu merkeze 4 km. uzaklıkta Ulubey yolu üzerinde bulunan Eskipazar’a gelmişler ve burayı şenlendirmişlerdir.

        Eskipazar’ın, küçük bir kasaba merkezi olarak Hacı Emir Beyliği tarafından kurulduğu bilinmektedir.



Burada bulunan iki hamam ve bir cami ile tarihi mezarlık, tamamı ile Türklere aittir.

Bir zamanlar burada hareketli bir Pazar kurulduğu “Eskipazar” denmesinden de anlaşılmaktadır.





ESKİ MİLLET DÜZÜ

1920 yıllarında Şimdiki millet düzü deniz seviyesinden iki metre alçak olması nedeniyle devamlı su altındaydı. Belediye başkanı süleyman Felek Başkanlığı döneminde herkesi göreve çağırıp takıl tarafını  doldurma  çalışmaları yaptı. 

1933 yılında Ordulu gençlerde bir süre sonra  kızaklarla vagonlarla taş ve çakıl taşıyarak Millet düzü denilen yeri doldurup alanı kazandılar ve cumhuriyetin 10. yılına hazır alan haline getirdiler. 10. Yıl kutlamaları ve gelen yıllarda orada yıllarca ve aylarca sportif faaliyetler , panayırlar, güreşler, bayramlar yapıldı. Bayramlar ve siyasi söylemlere şahit olundu.

Halkın Pazar yeri olarak yıllarca hizmet etti. Bu yüzden Adı MİLLET DÜZÜ oldu.  Bugün siyasi ve rant yüzden bakımsız haldedir. Yapılmayı düzenlenmeyi bekliyor.





ESKİ SELİMİYE MAHALLESİ VE 
BÜLBÜL DERESİ

ORDU Boztepenin eteklerinde kurulu bir yerleşim yeriydi.  20. Yüzyıl başlarında Pirinç tarlalarıyla doluydu. Sivrisineklerden dolayı yerleşim zordu ve halk senenin  3/ 4 ünü (yarısından çoğunu) yaylalarda özellikle çambaşında ve Karagöl Yaylasında geçirirlerdi. Ahalinin çoğunluğu  15000 nufusun 5500 ü Rumlardan oluşmaktaydı. 350 Öğrencili POSOMİADİOS Okulu, 150 Öğrencili Karidios Okulu , Anaokulu 150 öğrencilik 5 sınıflı kız okulu bulunuyordu.

Orduda Yunuslar tutulur balık yağı üretilirdi. Bunlarla kundura ve terzilerin dükkanları aydınlatılırdı. 309 tane köy bulunup hayvancılık gelişmiş tereyağ, peynir, yumurta  ihraç ürünleriydi.







1880 Yılında Ordu Büyük Ordu Yangınını yaşamış şehir 2 gün boyunca yanmıştır. Halk Çambaşında olduğu için ölüm olmamıştır. Belkide Bu yangın Ordunun imarı için vesile de olmuş olabilir. O sıralar Ordu küçük Köy biçiminde ahşap küçük yapılara sahip  , plansız yaşama alanıydı. Deniz seviyesinde alçak olduğu için en küçük deniz taşmasında, Yağmurlarda Boztepeden inen sularla göl bataklık haline gelen bir tarlaydı.

1868 yılında Orduda Belediye kuruldu.Bucak Adı da Ordu oldu.

Kazada 2 şadırvan, 3 hamam, 4 medrese, vardı. Nufus olarak 9111 müslüman, 2626 rum, 1991 ermeni vatandaş olarak 13728 kişi vardı. Ordu kazasında Boztepe eteklerinde Zaferi Milli Mahallesi,Ermenilerin yaşadığı Mahaleydi. Düz Mahallede,  Taşbaşında Rumlar yaşıyordu.  Elmalık Mahallesi ise halkı karışıktı.






ESKİ SAHİL 1960 YILI




1930 YILI




1958 YILI






ESKİ ORD VALİLİĞİ
ŞİMDİ ÇOCUK KÜTÜPHANESİ FİDANGÖR



1930  LU YILLAR



1960 YILLAR 
YALI CAMİİ ETRAFI




1880 YANGINI VE  ORDU

1880 Yılında Ordu Büyük Ordu Yangınını yaşamış şehir 2 gün boyunca yanmıştır. Halk Çambaşında olduğu için ölüm olmamıştır. Belkide Bu yangın Ordunun imarı için vesile de olmuş olabilir. O sıralar Ordu küçük Köy biçiminde ahşap küçük yapılara sahip  , plansız yaşama alanıydı. Deniz seviyesinde alçak olduğu için en küçük deniz taşmasında, Yağmurlarda Boztepeden inen sularla göl bataklık haline gelen bir tarlaydı.

1868 yılında Orduda Belediye kuruldu.Bucak Adı da Ordu oldu.

Kazada 2 şadırvan, 3 hamam, 4 medrese, vardı. Nufus olarak 9111 müslüman, 2626 rum, 1991 ermeni vatandaş olarak 13728 kişi vardı. Ordu kazasında Boztepe eteklerinde Zaferi Milli Mahallesi,Ermenilerin yaşadığı Mahaleydi. Düz Mahallede,  Taşbaşında Rumlar yaşıyordu.  Elmalık Mahallesi ise halkı karışıktı.

1880 yangınından sonra Ebniye Kanunu ile şehir imarı başlar. Trabzon Valisi Sururi Paşa Mustafa Efendi, Mühendis Çıngıryan Efendi  18 m cadde ve 12-14 m sokak genişliği biçiminde bir şehir planlaması yaparlar. Bu yıllarda sadece yakında keçiköy meyvelik, temiz, sakin yerdi. 250 civarında hane vardı. Şehrin burada kurulmasını isteyen kurul üyeleri olsa da ileride şehrin büyümesi de göz önüne alınarak Ordu yine aynı yanan yerin düzenlenmesi kararı kılındı.





MERKEZ ORTAOKULUNUN YAPILMA HALİ 
1940-50 ARASI




                             ORDU  ADI NEREDEN GELİR?


Ordu İli’nin adının nasıl verildiği hep sorulmuş ve çeşitli efsaneler, hikayeler anlatılmıştır.Son zamanlarda bazı tarihçiler Osmanlı Tahrir Defterlerine ulaşabilmişlerdir.Bu Tahrir Defterlerinin günümüz Türkçesine çevrilmesiyle bazı bilgiler, gerçekler açıklığa kavuşmuş ve bu konuda ileri sürülen diğer görüşler büyük oranda çökmüştür. 
Ordu, Türkçe bir kelimedir. Sözlük anlamı, bir devletin silahlı kuvvetlerinin tümü veya bu kuvvetlerin bir bölümüdür. Amaç ve nitelikleri yönünden benzer insan topluluklarına ve çok sayıda kalabalığa da bazen ordu denildiği olur. Ayrıca Türkmen beylerinin ikamet merkezilerine “Ordu” denirdi
Ordu, Osmanlı arşivlerindeki belgelere göre Türkler tarafından kurulmuş bir yerleşkedir. İlk çağ ve Orta çağda bugünkü Ordu’nun kurulduğu yerde aynı adla anılan antik bir kalıntı yoktur. Günümüzde Ordu yakınlarında Bozukkale olarak adlandırılan antik “Kotyora”nın Ordu ile hiçbir tarihi bağlantısı bulunmadığı iddia edilmektedir.
Ordu YöresiniTürkleştiren Hacı Emiroğulları Beyliğidir. Ordu yerleşkesi  Hacı Emiroğullarının en parlak dönemi olan Süleyman Bey zamanıdır. Beyliğin kurucusu Bayram Bey’dir.


Bayram Beyin  oğlu Hacı Emir Bey ve Emir Bey’in oğlu Süleyman Beydir. Süleyman Bey, babası ve dedesinin yaklaşık yüz yıldan fazla mücadeleleri sonucu geniş bir araziye sahip olan beylik sınırlarını daha da genişletmiştir.
Bölgenin tamamen fethinden sonra sıra beylik topraklarının ortasında kalan Giresun’un fethine gelmiştir. Süleyman Bey, karargâhını 1396 yılında günümüzdeki “Eskipazar”a kurmuştur. Bu yerleşkeye de “Nefs-i Ordu bi-ism-i Alevi” adı verilmiştir. Günlerce bu karargâha asker toplanmıştır. Nihayet Ordu’da toplanan ve sayıları on iki bine ulaşan ordunun oluşmasıyla Giresun’un fethi için sahilden yola çıkılmıştır. Süleyman Bey 1397 ilkbaharında Giresun’u da fethederek Türkmenlerin iskânına açmıştır. 


İşte, Hacı Emiroğlu Süleyman Bey’in karargâh kurduğu ve Giresun’u fethetmek için asker topladığı, günümüzdeki Eskipazar mevkii, 1396 tarihinden itibaren çevredeki halk arasında ve Tahrir Defteri kayıtlarında “Ordu” olarak adlandırılmıştır


Yine ordulu tahrir Defterlerini inceleyip Türkçeleştiren Tarihçilere göre bu ad hiç değişmemiştir.


 Kimi zaman Bayramlu-yı Ordu,


 Kimi zaman Nefs-i Ordu,


Kimi zaman da Canik-i Bayramlu-yı Ordu  


Olarak anılmıştır.


Osmanlı belgeleri olan Tahrir Defterleri,


Avarız Defterleri,

Mühimme Defterleri,

Ceride Defterleri,

Salnameler ve

Kadılara gönderilen hükümlerde

Ordu kent merkezi için hep bu adlar kullanılmıştır. 

                               ESKİPAZAR CAMİİ

Osmanlı Arşivleri Uzmanı Adnan Yıldız’ın elde ettiği belgelere göre Camiinin vakıf olduğu kanıtlanmıştır. Vakıflar Bölge Müdürlüğü de bu belgelere dayanarak Camiiyi ve çevresindeki araziyi Vakıflara kaydetti. 15 daa alanı vakıf eseri olarak tescillendi.

Vakfın kuruluşu 1455 tarihli Osmanlı Tahrir Defterlerinde ve daha sonraki yüzyıllarda düzenlenen Avarız Defterlerinde de açıkça belirtildiği anlatılmaktadır. Tahrir defteri ve  Avarız defterlerinde  Cami, onarım, vergi, hakkında geniş talimatlar ve bilgilere yer verildiği ve yine 1782–83 yılında da ( Hicri 1197) o zaman Ordu Kazası’nın bağlı olduğu Karahisar-ı Şarki Mutasarrıflığı’nca da onarıldığı da anlatılmaktadır.

Eskipazar’daki bu tarihi caminin ahşap oymalı ve bulunmaz bir sanat eseri olan giriş kapısı ne yazık ki bulunduğu yerde muhafaza edilememiş ve Ankara Etnografya müzesine taşınmıştır.



                              Tarihi Eskipazar Camii ve etrafındaki harabeler





                                                     Tarihi Eskipazar camii Kapısı



Bu büyük bir kayıptır.Bölgedeki mezar taşları bile korunamamış bazıları kaybolmuştur. Tarihi değer olarak korunmalıdır.

Ordu kentinin ilk nişanları olan buradaki tarihi kalıntıların kaybolmaması korunması tanıtılması gereklidir.

Mustafa Kemal ATATÜRK’ün “Türk gençliği Ecdatını tanıdıkça kendisinde kuvvet bulacaktır” sözüyle sözlerime virgül koyuyorum.

Kuruldan aşağı inince hemen Eski pazar yerleşiminde; Ordunun kurulduğu yerde bir tarihi hamam ile bu tarihi camiyi görmeden geçmeyin. Tarihi Caminin kapısının İncir ağacından yapıldığı ve hala çürümediği Şimdi Ankara'da koruma altında olduğu söylenmektedir.cami Onarılmış kesme taştan yapılmıştır.Ancak tarihi hamam harabelikten tam kurtulamamış kubbeleri onarılabilmiş geri kalan bölümleri harabedir. Bu hamam ve caminin taş bölümleri incelenmeye değerdir.Hangi teknik ve ustalıkla yapıldığı hayranlık uyandırmaktadır

Ordunun ilk kurulduğu yer Bayramlı Kasabası şimdi  Eskipazar  denilen mahalde yer almaktadır. Tarihi Hamam bakımsız onarılmayı beklemektedir. Taş işçiliği incelemeye değerdir. Camii onarılmış ve hizmet vermektedir.
       
Eski Pazar Camii ve Hamamları

Eski Pazar Ordu’nun ikinci yerleşim yeridir. Dikdörtgen planlıdır. 1380 yıllarında
Hacıemiroğulları tarafından kurulduğu sanılmaktadır. Rumi 1197(M.1781) yılında Şebinkarahisar mutasarrıfı Hüseyin Battal Paşa tarafından onarılmıştır. Zelzeleden harap olan camii yüzyılın başlarında onarılmıştır. Eski camiden günümüze sadece giriş kapısı ve portalı kalmıştır. Şimdiki minaresi ise 1877 yılında eski minarenin kaidesi üzerine yapılmış, 1994 yılında Vakıflar teşkilatınca onarılmıştır. Pencere kapakları ve minberi ahşap oymacılığın güzel örneklerinden olup, Ankara Etnografya Müzesinde sergilenmektedir. İki hamamı mevcuttur.                 Büyük Hamamı
Caminin güney tarafında yer alır. Soğukluk
, ılıklık ve sıcaklık olarak üç kısımdan oluşmaktadır. Hamamın dışı moloz taş, içi ise düzgün yontma taştan yapılmıştır. Örtüde kubbe ve tonoz kullanılmıştır.

               Küçük Hamam

Caminin kuzey doğusunda yer almaktadır. Kare tek bir mekân ile su haznesinden oluşmaktadır. 15.- 16. yüzyıllarda yapıldığı tahmin edilmektedir.


19. Yüzyıl’da burada yörenin toprak ağaları arasında müthiş kan davaları meydana gelmiş, bunun üzerine Osmanlı Payitahtı tarafından Samsun’da bulunan Askeri birliğin komutanı Osman Paşa, yörede asayişi sağlamakla görevlendirilmiştir. Yöreye gelen bu komutan, kısa zamanda toprak ağalarını en şiddetli biçimde cezalandırmış ve toplumsal huzuru sağlamıştır.



Ordu adı

Ordu ismi, Türklerin bu bölgeye geldikleri tarihten itibaren kullanılmaya başlanmıştır. Bazılarının iddia ettikleri gibi, Fatih Trabzon’u feth etmek için geçtiği yöremizde ordusu ile konakladığı için bu ad verilmemiştir. Zira Fatih, Erzurum üzerinden Trabzon’a gelmiştir.
Yusuf Has Hacib’in “Kutadgu Bilig” adlı ünlü eserinde Ordu isminin manası, şehir, saray, başşehir, sahil şehri olarak geçer.
Bu duruma göre, Hacı Emir Beyi İbrahim’in oğlu Bayram Bey tarafından kurulan Eskipazar’ın o günkü adı şöyledir:
“Bölük-i Niyabet-i Ordu bi, ism-i Alevi” dir.
Resmi kayıtlarda Eskipazar yerleşmesinin adı, Bayramlı, Bayramlu mea İskefsir ve Milas, Behram Şah, Behramlı, Eyalet-i Behram, Ordu Bayramlu Eyaleti şeklinde geçmektedir.

Ordu’nun hemen batısında, Hacı Emir Beyliği ile aynı çağda hüküm süren Taceddin oğulları Beyliği’nin de başkentinin adı da Ordu idi.

Yıldırım Beyazıd zamanında Osmanlı topraklarına dahil edilen ordu yöresi ile ilgili en doğru bilgiler, Osmanlı resmi kayıtlarında geçer.(Kimi tarihçiler bu tarihi 1427 olarak kabul ederler.)

1455 tarihli Osmanlı Tapu Tahrir Defterleri’nde Ordu hakkında önemli bilgiler bulunmaktadır.

Trabzon’dan 65 yıl önce Türk bölgesi haline gelen Ordu’da Türk olmayan (Rum ve Ermeni) etnik kökenlilerin oranı, Türk nüfusa göre çok düşük olarak belirtilmiştir.

Gayri Türk olanların en yüksek olduğu 17. asır başlarında bile Türklere oranı sadece % 7,9’dur.

        15. asrın ilk yarısında Ordu topraklarında 6.651 Müslüman Türk ve 526 Türk olmayan hane bulunmaktaydı. Rum ve Ermeni olan bu insanlar, Hıristiyanlık dinine mensuptular. Ki bunlardan 326 hane, Selçuklulardan beri Milas (Mesudiye) Hapsamana (Gölköy) topraklarında yaşamaktaydılar.
        Ulubey’de hiçbir köy ismi Türkçe’den başka bir dilde değildir. Bahaeddin, Durak, Uzunmahmut, Eymür, Şuayp, Sayaca, Kadıncık (Hatuncuk),Ören, Hocaoğlu, Kızılen, Ohtamış ve daha onlarcası. Ordu ilinin neresine gidilirse gidilsin, Türkçe olmayan yer isimlerinin sayısı, iki elin parmağını geçmez
        Tapu Tahrir kayıtlarından, Ordu yöresinin Selçuklu dönemindeki idari teşkilatının pek değiştirilmediği anlaşılmaktadır.

        Bulancak da o zamanlarda Kebsil adıyla Ordu’ya bağlı idi.
        16. asırda Ordu, bütün Canik’in idare merkeziydi.

        Ordu Oğuzların bir kolu olan Çepni Türklerinin yerleştiği bölgedir. Yerleşmeler vadi boylarında gerçekleşmiştir.



        Bolaman Vadisi boyunca, Çamaş, Bolaman, Niyabet-i Satılmış (Aybastı) gibi ilçe ile köy arasındaki yerleşmeler ve köyler kurulmuştur.

        Melet Vadisi boyunca ise, iç kesimlerde Milas (Mesudiye), Alibeğce (Kabadüz), deniz kenarında Nefs-i Alevi Ordu, Bucak, İhtiyar, Şayiblü, Bedirlü, Ulubey ve bunlara bağlı köyler ve mezralar kurulmuştur.

        Bugünkü Ordu’nun Kuruluşu


        Kirazlimanı mevkii, şimdiki Ordu şehri kurulmadan önce, şenlikli bir yerleşmeydi. Rivayetlere göre, buraya ilk önce yerleşenler gemiciler olmuştur. Zaman zaman buraya gelen gemiciler, yöreyi çok beğenmeleri veya başka bilinmeyen sebeplerle burayı iskân alanı haline getirmişlerdir








 Keçiköy Bağlar, bahçeler , meyveler 


1800 YILLARDA KEÇİKÖY 

Nitekim Ordu’nun ilk mescidi olan Abdullah Reis Mescidi 1782 yılında burada inşa edilmiştir. Ancak, mutlaka korunması gereken bu eser, maalesef yıkılmıştır. Şimdi orada, Otel Belde faaliyet göstermektedir.
        Kirazlimanı o kadar önemlidir ki, 1883 yangını ile Ordu şehri neredeyse tamamen yanmış, bunun üzerine uzmanlar, Kirazlimanı’nın kent merkezi yapılmasını önermişlerdir.

        Nitekim Kirazlimanı günümüzde de önemini ve güzelliğini korumaktadır.

        Eskipazar’ın önemini yitirmesinden sonra, bugünkü Bucak mahallesi giderek şenlenmeye ve kalabalıklaşmaya başlamıştır. (19. asrın başları.)
        Zaten Bucak, aynı adla yüz yıllardan beri bir köy yerleşmesiydi.

        Nefs-i Bucak adıyla neredeyse bir kaza merkezi haline gelen Bucak’ın mahalleleri şunlardır:


        Selimiye, Aziziye, Saray, Kirazlimanı, Taşbaşı ve Düz Mahalle.

        Bucak adı 1869 yılında değiştirilmiş ve Ordu adı resmi kayıtlarda kullanılmaya başlamıştır.

        Bu tarihlerde artık Ordu küçük bir kaza merkezidir.

        1869 yılında ilk Belediye Teşkilatı kurulmuştur. Trabzon Mutasarrıflığı’nın yazısına göre, Bucak (Ordu) Belediyesinin ilk başkanı Hasan Ağa’dır.
        O zamanlar, Ordu’nun üç nahiyesi vardı. Bunlar, Perşembe, Aybastı ve Ulubey me’a Hapsamana’dır. Hapsamana, şimdiki Gölköy’dür. Ancak, bir süre sonra Ulubey ve Gölköy müstakil nahiyeler şeklinde ayrılmıştır.
        1872’de Ordu kazasındaki binalar şöyle tespit edilmiştir:
        Hükümet binası, Gümrük binası, Karantina binası, Telgrafhane,15 çeşme,2 şadırvan,1 medrese,5 İslam mektebi,1 mekteb-i rüştiye (ortaokul),3 cami,28 han odası,1 hamam,17 fırın,158 mağaza,273 dükkân,1 tabya (topların mevzilendiği yer),1 fener ve 854 hane.

        1872’de Ordu’ya Ziraat Bankası’nın ilk adı olan Memleket Sandığı kurulmuştur.
               Büyük Ordu Yangını


        Katırcıoğlu Mustağa Ağa’nın Belediye Başkanı olduğu 1883 senesinde Ordu’da büyük bir yangın olayı yaşanmıştır.
        Aylardan temmuzdur. Yaz ayı olduğu için, fırınlarda sık olarak kadayıf dökümü yapılmaktadır. Pavli adlı bir Rum da geceleri kadayıf dökmekteydi. O temmuz gecesinde Pavli yine böyle kadayıf dökerken, kıvılcımlar birden bire fırının çatısını tutuşturur. Derken, yangın başka binalara da sıçrar. Gece başlayan yangın söndürülemez. Çünkü Belediye’nin itfaiye teşkilatı yoktur. Üstelik yapıların çok büyük kısmı, hartama çatılı ve ahşap malzemelidir. O gece başlayan talihsiz yangın, ertesi günü öğleye kadar devam etmiş, ne kadar ahşap bina varsa hepsi yanıp kül olmuştur.




        Yalnız, Orta ve Yalı Camileri yanmamıştır. Çünkü bunların etrafı boş olduğundan yangın buralara sirayet edememiştir

        Ayrıca, Şadırvan civarında bulunan birçok yapı, Rum ve Ermenilerin olup taştandır. O nedenle yangında kısmen zarar görmüştür.

        Osmanpaşa Şadırvanı da taş olduğundan yangından etkilenmemiştir.

        Çarşı merkezi, hemen hemen tümüyle yanmıştı. Adeta Ordu şehri yok olmuştu.

        Şehri yeniden kurmak gerekmekteydi. Bunun için Belediye Başkanı Mustafa Ağa, çok büyük güçlüklerle karşı karşıya kalmıştı.
        Ardından Belediye Başkanı olan Felekzade Süleyman Ağa, şehri bütün baskılara rağmen yeniden inşa etmek için, büyük gayret gösterir. Caddelerin genişletilmesine karşı çıkanlara karşı amansız bir mücadele verir.
        Bu günkü Ordu’nun planı, işte Süleyman Ağa’nın eseridir.

Burada şunları ifade etmek gerekir;


        Eğer o günkü Ordu, böyle bir yangın geçirmeseydi ve ahşap da olsa zamanın binaları korunsaydı, şimdiki Ordu hem otantik kalacak, hem de turizm için büyük bir şans olacaktı.



        1875’lerden itibaren Ordu şehrinde sıtma hastalığı tüm Orduluların korkulu rüyası haline gelmişti. Birçok insan, bu nedenle hayatını yitirmekteydi. Bunun üzerine, Kaza erkânı ve zenginler, yaz aylarında Çambaşı Yaylası’na çıkmaya ve eylül-ekim aylarında da şehre dönmeye başlamışlardı.


        Yaylaya bir kaymakamlık binası yapılmıştı. Bir zaman evvelce bir yangın sonucu bu buna da yok olmuştur.


        Bir başka önemli hadise ise şöyledir:



        Şair Tıflı Efendi, yaylada Şu’un-i Dâhiliye (İç Haberler) adıyla el yazma bir gazete çıkarmıştır. Bunun ne kadar sürdüğü bilinmediği gibi, bu el yazma gazeteden günümüze maalesef bir tek nüsha bile kalmamıştır.

                Ordu Kazasının İl Oluşu

        1920 tarihinde Ordu kazasının 6 nahiyesi,318 köyü ve 180 bin nüfusu vardı. Yani Trabzon vilayetinin en gelişmiş kaza merkeziydi.


        Ordu’nun il olması için, T.B.M.M. nde büyük mücadele verilmiştir. Mücadele veren bu üç önemli şahıs şunlardır:


        Mesudiye mebusu Serdaroğlu Mustafa Bey, Tunalı Hilmi ve Şebinkarahisar mebusu Memduh beydir.


        Bir kısım mebus (ki bunlardan biri de ünlü din alimi Konya Mebusu Vehbi beydir) Ordu’yu Giresun’a bağlamak için epey gayret göstermişlerdir.



        4 Aralık 1920 tarihinde "Müstakil Sancak" yapıldı. Bu karar 69 Sayılı yasayla 4 Nisan 1921 tarihinde yürürlüğe girerek il statüsüne kavuşmuştur.


                            Cumhuriyet Dönemi
         Ordu 1920 yılına kadar Trabzon Vilayeti’ne bağlı bir kaza iken 04 Nisan 1921 tarih ve 69 sayılı ”Ordu Müstakil Livası Teşkiline Dair Kanunla” merkezi Ordu olmak üzere Canik Sancağı’na bağlı olan Fatsa ve Ünye kazası da Ordu’ya bağlanmış ve müstakil Ordu Livası teşkil edilmiştir.

        1923 Yılında ”Sancak” adı ”Vilayet” olarak değiştirilerek,bugünkü mülki taksimatta Ordu vilayeti olarak yerini almıştır.






ORDU KÖPRÜBAŞI HANLARIN OLDUĞU YER.



 Ordu Köprübaşı Mevkiisinin eski görünüşü

Çambaşı Yaylası, dünyada ilk ve tek gazete çıkarılması ve kaza merkezi olması bakımından tektir.

1875’lerden itibaren Ordu şehrinde sıtma hastalığı tüm Orduluların korkulu rüyası haline gelmişti. Birçok insan, bu nedenle hayatını yitirmekteydi. Bunun üzerine, Kaza erkânı ve zenginler, yaz aylarında Çambaşı Yaylası’na çıkmaya ve eylül-ekim aylarında da şehre dönmeye başlamışlardı. Yaylaya bir kaymakamlık binası yapılmıştı. Bir zaman evvelce bir yangın sonucu bu bina da yok olmuştur.

Çambaşına  çıkan yaylacılar Karagöl eteklerinde de  hayvancılık yapmaktaydılar. Önemli yaylalar ; yastıyurt, maden, bektaş yaylaları …………

1939 senesinde meydana gelen Erzincan depremi de Ordu’yu ikinci kez büyük yıkıma uğratmıştır.

Şehrin merkezinde bulunan birçok önemli eser yıkılarak ortadan kalkmıştır.


              CUMHURİYET DEVRİNDE  1933  YILINA KADAR GELİŞMELER




            Orduda matbuat : Meşrutiyetten sonra  Biri Rumların “Ağyazar”; diğeri Ermenilerin “Petek” diye  2 tane matbaa vardı.Bunlar ayak pedallarla çalışan  dikiş ve belfura makineleriydi.  Bunlardan Petek  matbaası Kurtuluş savaşı sırasında çok işe yaramıştı.



Gazi Kütüphanesi: Ordu da İlk Kütüphane gazi kütüphanesi adında  1926 yılında kurulmuştur. 1930 yılında halk odaları ile halka açılmıştır. 1933 yılında Kitap sayısı 1501 ,  okuyucu sayısı 39395  kişiye ulaşmıştır.



                                              Cumhuriyetin  ilk on yılında Ordu -yol  durumu



Cumhuriyetten önce Ordu ilinde 71 km uzunluğunda Ordu Mesudiye Yolu;    1880 yılı

                                                      16 km uzunluğunda ordu Perşembe   Yolu ( vona )   yılı
                                                      85 km uzunluğunda Ünye-Niksar yolu. 1880 yılı                       vardı ve bakımsız olduğunda ulaşım zordu..
Cumhuriyet kurulduktan sonra bu yollar amaeliye usulü ( halkın zorunlu işçiliği ) ile onarıldı ve geliştirildi. Daha kullanışlı hale getirilmişlerdir.
Bu çalışmalarda 104 adet menfez, ahşap ve kargir köprüler, yapılmıştır.Yemişli deresinde 45 m uzunluğunda Dedeli Köprüsü ; Civil deresinde 3 gözlü  53 m uzunluğunda  kargir köpüler önemlileridir.
Ordu Vona yolunda da yollar tamir edilmiş, geliştirilmiş Perşembe ve kocal derelerine kargir ayaklı  portreli köprüler ve  42 adet küçük köprü ve menfezler yapılmıştır.

Bunlardan başka Melet Köprüsü, Ağcaova Köprüsü yemişli Kayacık Köprüsü, Bolaman köprülerinin yapımı da başlanmış ve bitme aşamasına gelmiştir.

Şehir İMAR durumu
Ordu İl olduğu yıllarda  kısmen bataklık, kumluk şehir görünümündeydi. Sarray, Şarkiye, Düzmahalle, Zaferi Milli  Mahallerinde yol düzeltme ve 10295 m kaldırım çalışmaları ve diğer yerlerde de  3750 m olmak üzere hatırı sayılır kaldırımlı yol çalışmaları başarılmıştır Ayrıca Bu çalışmalar sırasında eski mezarlık olup kullanılmayanlar ile Hükümet Caddesinin her iki tarafındaki bataklıklar ile beraber toplam 28700 m alan kurutulmuştur. Hamam deresinin ıslahı yapılmış Saray Sokağı, Gümrük Caddesi, Düz Mahalle, Sırrıpaşa cad,  kanalizasyon çalışmaları tamamlanmış 1320 m kanallar tamir edilmiştir. 862 m  de yeni kanallar yapılabilmiştir.
Hükümet Binası önündeki alan park haline getirilmiş ışıklanmıştır.Yine belediye Binası yapılmış ve  önüne  havuzlu umumi park yapılmıştır.
Spor alanı için doldurulan alan üzerine 800 m lik bir futbol sahası ayrılmıştır.
Tahıl pazarında tahıl ( zahire hali) yapılmış, iskeleler yapılmıştır.
Belediye temizlik işleri önceden muakkat (geçici işçilerle) yapılmakta iken düzene sokulmuş temizlik memurluğu ve kadrosu kurulmuştur.
Esnaflarda  kayıt ve denetim altına alınmış bir düzene oturtulmuştur.

Ordu da su kıt sayılırdı. Halkın içme suları sağlıksız koşullarda sağlanıyordu Keçiköy suyu kaynağında temiz olsa da şehre geldiğinde  sağlıklı olamıyor çeşitli hastalıklara sebep oluyordu.

Belediye  1200 uzaklıkta bulunan Taşhane deresinden SU GETİRTTİ. Bu suları şehir içinde 4900 m demir borularla dağıtımını sağladı. Suların tahlil araştırmaları ile sağlık önlemleri alındı.  Zamanla bu su yetmeyince  şehrin 16 km uzağında  Akobuz ( Nazif Bey ) suyu denilen su getirme çalışmaları da başladı.Bu suyun 25000 nufusa yeteceği hesaplanıyordu.

Ordu da elektrik yoktu. Aydınlanma 5 numaralı gaz lambaları ile yapılmakydı. Cumhuriyetle birlikte 100 beygir gücünde ve 200 beygir gücüne erişebilen tertibat 21/4/1930 tarihinde kurulmuş şehir aydınlanır duruma gelmişti. Belediye bu iş için 130000 lira masraf etmiştir.




                              Tarihi ve Doğal Varlıklar

Ulugöl: Gölköy ilçe merkezine 17 km mesafede bulunan krater gölüdür. 250 m çapında olan gölde yaban ördeği avı yapılmaktadır. Çevresi ormanlarla kaplıdır. Kamp yapmaya uygundur. Turizme açma çalışmaları devam etmektedir



Osman Paşa Şadırvanı: Aslen Ordulu olan Trabzon Valisi Hazinedarzade Osman Paşa tarafından 1842 yılında yaptırılmıştır. 1937 yılında yıktırılmış, 1997 yılında Ordulu işadamı Fahri ÇELEBİ tarafından Ordu Belediyesi öncülüğünde aslına uygun olarak yeniden yaptırılmıştır. Ülkemizde sütunları en yüksek şadırvanıdır.


KURULUŞ YILLARINDA ORDU VALİLİĞİ




ŞİMDİKİ HÜKÜMET CADDEİ




ORDU ASKERLİK ŞUBESİ 1930


1970 YILLAR
ORDU BELEDİYESİ


SARAY MAHALLESİ 
ORDU VALİLİĞİ





BOZTEPENİN ETEKLERİNDEN ORDU


Boztepe: Ordu şehri Boztepe'nin yamaçlarına serilmiştir. Denizden 450 m. yükseklikte olup, Nizametin Mahallesi sınırları içindedir. ilimizin tüm güzelliklerini, Karadeniz'in muhteşemliğini Boztepe'den seyretmek doyumsuzdur. İl merkezine 6 km.  uzaklıkta Selimiye Mahallesi takiben ordu Müzesinin önünden Nizamettin Mahallesinin tümünü katederek asfalt yolla ulaşmak mümkündür. Yeme - içme ve dinlenme tesisleri ile ormanlık piknik alanları mevcuttur. Ayrıca teelferikle de tüm Ordu Manzarasını izleyerek çıkıp inebilmektesiniz. Boztepe'den de ilimizi seyretmek doyumsuzdur.

 Bozukkale (Cotyora), Kurul Kayası Yerleşmesi, Büben Kaya Mezarları, Taşbaşı Kültür Merkezi (Eski Cezaevi - Kilise), Etnografya Müzesi (Paşaoğlu Konağı) tarihi eserlerden bazılarıdır. İlimiz eski camileri,




TARİHİ KABANA ÇEŞMESİ




                                                   


AZİZİYE TARİHİ ÇEŞME  

CUMHURİYET' TEN ÖNCE VE İLK YILLARINDA AZİZİYE MAHALLESİNİN SU İHTİYACINI KARŞILAMIŞTIR.

       

ORDU ELEKTİRİĞE NASIL KAVUŞTU

            Ordu da 1930 yılı Nisan ayına kadar elektrik yoktu. Bu tarihten önce Ordu da aydınlanma vasıtası olarak cadde ve sokaklarda fenerler kullanılıyor; evlerde ise gaz yağı yakılıyordu. Ordu şehrinde elektrik teşkilatının kurulması için, 1927 yılında bir kısım tüccarlar teşebbüse geçmişlerdi. Uzun süren temaslardan sonra, 1928 yılının ağustos ayında, Belediye ile Alman... Bergman Helyus firması arasında imzalanan bir sözleşme ile, şehirde elektrik şebekesinin kurulması kesinleştirildi.
            Bu sözleşmeye göre: şehrin bütün elektrik tesisi 32 bin 500 dolar’a tamamlanacaktı. O tarihte dolar 90 kuruştu. Şirket sözleşmenin tasdik ve imza edileceği 1Ekim 1928 tarihinde belediyeden 9 bin Lira; bu tarihten üç ay sonrada 10 bin lira alacaktı. Diğer üç taksit’in vadesinden öncede tesisat bitmiş olacaktı.
Şehrin Elektrik tesisatı için 160 bin lira harcandı ve elektrik çarşı ve bütün mahallelerde 1 Nisan 1930 tarihinden itibaren yanmaya başladı.
Güzelordu gazetesinin 5 Nisan 1930 tarih ve 92 sayılı nüshasında Ordu ya elektrik gelmesi şu şekilde haber olmuştu. “Karadeniz in pırlantası olan Güzel Ordu’muz dört gün evvel 1 Nisanda elektrik nurlarına boyandı. Onu memleketimize kazandırmak için geceli gündüzlü çalışan Belediye Reis’i Kalfazade Rıfat Bey ile Valimize, Mebusumuz Recai Bey’e ve çalışma arkadaşlarına nihayetsiz şükranlar ‘’

1890 yıllarda Avrupada elektrik vardı. Motorlar daha iyi çalışıyor, imalatlar daha kolay ve ucuzdu. Orduda elektrik yoktu. Ahmet Cemal Magden, Kahraman Sağra, Tahsin Bey Kardeşler, Ömer bey…. Gibi Fındık fabrikatörleri özel elektrik üretmek için aralarında girişimlerle elektrik şebekesini kurmuşlardır. Orduya Elektrik şebekesi gelinceye kadar kendi yağları ile kavrulmuşlardır.

Yurdumuza 1902 yılında gelen elektrik Ordumuza ancak 1930 yılında bir alman firmasının 32500 dolara 4 taksitle  ihale edilmesi sonucunda gelebilmiştir. Bu taksitlerin çoğunu belediye Başkanı Kalfazade Rıfat Bey kendi cebinden ödemiştir. Dolar 90 krş     0,90x32500 = 292500 Lira

1933 yılında 10.Yıl kutlamalarında Tüm ordu  Millet düzüne büyük bir direk ışıklı Bayrak asılarak ve şehrin her tarafı elden geldiğince süslenerek kutlandı.  Elektriğin gelmesi sosyal hayatı renklendirdi. 

1930 YILLARDA BAZI HEASPLAMALAR

 ipekleri ölçmede ENDAZE kullanılırdı (endaze 65,25 cm'dir).

Çarşı arşını 68 cm'dir.  Bina ve mimar arşını  75,8 CM

2 Kirah = 1 rubu        8 rubu= 1 Endaze   1 çarşı arşını= 8 rubu

Çarşı arşınına göre 68/8=1 rubu       1 rubu/ 2= 1 kirah       buradan  bir rubu 8,5 cm     bir kirah 4,25 cm      

Bina arşınına göre 1 rubu  75,8/8=9,475 cm

 

1 fersah = 3 mil         öyleyse 12 fersah bir menzil (berid) eder 12 mil =1 menzil
          1 mil = 2500 zirai      öyleyse   3 mil  = 7500 zirai eder      

1 KARA MİL= 1895 m   FERSAH  1895*3= 5685 M    MENZİL 5685*4= 22740 M

1 KANTAR      44  OKKA(KIYYE)     1,283*44 = 56,452 kg        

ÇEKİ  4 KANTAR     (44*4) = 1 7 6 OKKA        176*56,452  = 225,808 kg

TONİLATO    176*4 = (  7 34 )  = OKKA    734*1,283 = 941,722  KG       

1 batman = 6 okka(kıyye)     1,283*6 = 7,698 KG
1 okka(kıyye) = 400 dirhem   

1 DİRHEM :  1,283/400= 3,2 GR

 



                                       ORDU TAYYARESİ OLAYI


                Milli Mücadele yıllarında   Yunanlıların teyyarelerine karşılık teyyarelerimizin sayısı sadece 9 tane idi. Bir de bu tayyareler bakımsız ve yetersizdi. Eskişehirde tamir ve bakım araç, gereç yokluğundan itidai usullerle yapılabiliyordu. Çeşitli çalışmalarla büyük taaruz  sıralarında  bu sayı 16 ya çıkarılabilmişti.  Cumhuriye Kurulduktan sonra  Bu yüzden yeni  önlemler , kararlar gerekiyordu. Türk Tayare Cemiyeti kurulmuş çalışmalarına başlamıştı.



Türk tayyare cemiyeti kurulduktan sonra  il ve ilçelerde şubeler açılmış ve  1926 yılından itibaren bağış kampanyaları başlatılmıştı. Tayyareler o il üzerinde dolaşıyor  toplanan paralarla alınan teyyarelere  o ilin adı veriliyordu.

                Kampanya boyunca” efendiler ,  fedakar köylüler ; Tayyareye yardım  iman ve namus borcudur“ diye anonslar her gün yardım için yapılıyordu.  Hatta camilerde hutbeler bile okutuluyordu.



ORDU UÇAĞI

1925  yılında Tayyare Cemiyeti kuruldu. Yurdumuzda 9 tane olan uçak sayısını artırmak için Her ile bir tayyare gibi bir kampanya başlatıldı. Ordu bu işi benimsedi. Bir uçak parası devlete verildi. Ordu uçağı orduya gelecek denildiğinde herkes Ömer Ağanın bahçesine toplandı. 1927 yılının 16 Temmuzunda sahile  geldi. Vali Ali Kemal ve beraberindeki heyet başta olmak üzere Sahilde büyük kalabalık meraklı bakışlarla pilot Adnan Bey ve Muzaffer Beyin Kullandığı uçağı izlediler. Uçak Pulathane ( Akçaabat ) uçağıyla beraber bir gün sonra yine halkın çılgın heyecanıyla Ordudan Ayrılırken Ordu Tekamül gazetesinin Ordu uçağı hikayesini anlatan özel sayısını halka atarak Samsun tarafına doğru gözden kayboldu.


           
Ordu’ da da  tayyare için Güzel Ordu Gazetesi  aracılığı ile kampanya başlatılmıştı. Ordu halkı bu kampanyaya önem verdi. Öyleki  köylüler  hayvanlarını bile satmaya başlamıştı.  Bir koç ihalesi bile yapılmış Hüseyin Çavuş adlı vatandaşın 10  liralık hediye ettiği  koç  açık artırmada 24 Tl   bedelle  alıcı bulmuştu. Bu kampanya 2 yıl sürdü. Daha 1927 yılında Ordu adına bir tayyare alınmıştı bile.  Bu tayyare Ordu üzerinde uçacaktı. Yer  bakımında Akyazı çiftliği yada Eskipazar Çiftliği  tartışıldı. Tayyarenin Ordu deniz Kenarına inmesine karar verildi.  8 Temmuzda gelen telgrafa göre Ordu tayyaresinin 10 Temmuzda İstanbuldan kalkacağı ve bazı illere uğramak suretiyle  16 Temmuzda Orduya geleceği haberi verildi.

Halk bunu duyunca heyecan sardı. Bütün köyler  ve kazalardan gelenler bir gün önceden yollara düştüler.  16 Temmuz günü sahili doldurdular.  Ömer Ağa Bahçesi ana baba günü olmuştu.

Tayyare sabah saat 8  de gelecekti. Ancak tayyare  16 temmuz 1928 günü saat  9  a doğru yanında  Polathane Tayyaresi  göründü.  Polathane Tayyaresi yoluna  devam etti. Ordu Tayyaresi şehrin üzerinde birkaç kez tur attı. Gösteriyi  halk merakla, coşkuyla izledi.

                 Ordu Tayyaresi Yalı Camiini yanından Limana indi.  Halk deniz kenarına akın etti. Bir kadın Ellerini açmış “Allahım benim ömrümden kes  kemal Paşaya ver “ diye  bağırıyordu.sen onu bize bağışla yarabbim diye  ağlıyordu.

Pilot Adnan Bey ve makinist Muzaffer Bey karaya çıkıp misafir edildiler. Vali Ali Kemal  Aksüt ‘ün konuşmasından sonra Tayyare Cemiyeti  ikinci başkanı Abdulkadir Bey ordululara teşekkür etmiş ve ardından tayyarenin üzerinde Asıl bayrağı hafifçe kaldırarak Ordu Tayyaresi yazısını halka göstermiştir. Halk coşku içinde alkışlamıştır.

                 Ordulular adına Nufus Müdürü Ali Rıza Şükuh Bey,  Askerlik Daire Başkanı Yüzbaşı Fevzi Bey konuşmalarını yaparak tören bitmiştir.



              

Uçak personeli akşama kadar orduyu gezmişler; akşamda Türk Ocağı derneğinde çay partisine katılmışlardır. Ertesi gün halk yine bayram yerine gelmişler coşku içindeydiler. Saat 13 te  Yine Polathane Tayyaresi  geldi Ordu Şehrimizin üzerinde birkaç tur attıktan sonra  saat 15 te  Ordu Tayyaresi de havalandı. Halk ellerini patlatırcasına  teyyareyi ve pilotları alkışlıyor  bazıları hüngür , hüngür ağlıyordu.





Millet ordu uçağını karşılamak için Sahili doldurmuştu.



DENİZ KENARI FINDIK MAVNALARI İLE DOLUYDU.










SAHİL 1970 LERDE  MAVNALARDAN ARINDIRILINDI.
BALIK TESİSLERİ VE LOKANTALARI YERİNİ ALDI.



BUGÜN ORDU SAHİLİ



ORDU MEŞHUR GEMİLER 
VE ANILAR VARDI




DONANMA ARA SIRA ORDUYU ZİYARET EDERDİ



GEMİLER  HALKA AÇILIRDI


RUSUMAT 4 


                    ADINA TÜRKÜLER  ANILAR YAZILAN VAPUR




                           ORDU LİMAN  BİNASI




SAHİLDE MAVNALAR  GEMİLERE YÜKÜ ULAŞTIRAN  DENİZ TAŞITLARIYDI.



RUSUMAT 4 
BATUMDAN ALDIĞI MÜHİMMATI  SAMSUNA VE ORADAN  İNEBOLUYA 
ORADAN DA 1. 2. İNÖNÜ SAVAŞLARINA CEPHEYE ULAŞIMINI SAĞLAYAN  GEMİ










                                                                             















                                                       ORDU DEPREMİ


1939 YILININ 27 ARALIK GECESİ Erzincanda 7,9 şiddetinde ve 52 sn kadar süren deprem meydana gelmişti. Erzincanda 32962 kişi yaşamını yitirmişti. Bu depremin orduda hissedilmesi 7 şiddetindeydi.

Orduda toplam  4 adet zelzele olduğu ve  Orduda  ilk kayıtlarda 10 ölü,  Mesudiyede 65 ölü,  Fatsada 9 ölü, Gölköyde 1 ölü olduğu  ve bir çok  yaralı olduğu rapor edilmişse de………………Sonraki tespitlerde

Orduda toplam ölü sayısı 417 ; yaralı sayısının 460 ve 3093 hanenin yıkıldığı anlaşılmıştır. En çok ölümün Mesudiye’de olduğu 327 TESPİT EDİLMİŞTİR.Bunun sebebinin de Hava şartları ve yol durumu olduğu aşikardır. Mevsim kış ve  Mesudiye yayla konumunda  o zamanki şartlarda yol elektrik  sorunu malumdur. Gölköy Mesudiye  arası  yol ya kapalı ya da hiç yok.

Ordu merkezde eski ahşap binalar ( Taşbaşı, zaferi Milli Mahallelerinde ) , beton binalar  yıkılmamış sonradan denizin çekilmesi ile  meydana gelen boşlukta yapılmış olan bazı evler dükkanlar yıkılmıştır.

Köylerde ahşap, dolgu evler, serendeler  yıkılmamış kagir evler yıkılmıştır.

Deprem için Orduya hükümet tarafından yardımlar da şöyleydi.

İstanbul kızılayın’dan;

  250 çadır,270 balya giyecek ve yatacak, 20 sandık yiyecek, 1 balya pamuk, 14 vagon kereste, 3 vagon un ve muhtelif yiyecekler….

Ankara kızılay ambarından orduya;

150 çuval şeker, 21338 kg yiyecek,  120 teneke kavurma, yapı malzemeleri, 52 sandık çivi , muhtelif yiyecekler

Kızılay umum Merkezinden orduya;

17000 tl para yardımı,  muhtelif ilkyardım malzemeleri,

 Ordu Belediyesi tarafından da 500 tl yardım

Bu depremde Valilik Erzincana 500çuval papates yardımı yapmıştır. Ordunun ihtiyacı varken yıkımdayken böyle yardımın yapılmasının elzem olmadığı  tartışması yaşanmıştır.Hatta bu yüzden Ordu Kızılay başkanını Yekta Karamustafa oğlunu görevden almış sonar Haklılığı ortaya çıkınca göreve tekrar gelmiştir.)

Depremin ilk aşamasınad 1500 kişiye iaşe yardımı yapılmıştır.

Evi yıkılanlara kereste yardımı, çivi yardımı ve ormanlardan yararlanma hakkı verilmişti.

1927 yılında Köyde çıkarılan ilk gazete ünvanını alan Güzelordu Gazetesinin sahibi Bilal Köyden’ e de 250 tl yardım edilmiştir. ilçelere yardım zor ulaştırılıyordu. Özellikle Mesudiye Gölköy  ilçeleri zordu  yardım katırlarla taşınıyordu. Vona, fatsa, bolaman'a  denizden teknelerle yapılıyordu.







Ordu 3. Deprem kuşağındadır.
Bilinen kayda değer ilk deprem 1898 yılında hafif ve şiddetli 3 sarsıntı,
1931 yılının nisanında  öğle vakti 2 sarsıntı,
1939 yılının 27 aralık ta 7 şiddetinde  4 ayrı sarsıntı,
1940 yılının nisanında  biri hafif, biri şiddetli 2 sarsıntı,
1942 aralık ayında Niksarda 7 şiddetindeki depremde ordudan şiddetli hissdilmiştir.Bu deprem ÜNYEDE KAYDA DEĞER ZARARLARA YOL AÇMIŞTIR.
1954 Yılının 19 ağustosunda orta şiddette 2 sarsıntı olmuştur.













ADINA TÜRKÜLER YAKILAN TABYABAŞI
Tabyabaşı’nda üç kız yan  yana’ türküsündeki kızlardan birinin sizin olduğunuz söyleniyor, bu iddialar doğru mu?


         “Böyle söylendiğini ben de duydum. Ama doğru olup olmadığını ben bilemem. O dönemde Tabyabaşı’nda çok sayıda kız bulunurdu. Orası bir merkezdi. Sadece kızlar değil erkekler de oralarda dolaşırlardı. Hatta aileler gelir çevrede piknik yaparlardı. Kızlar ikişer, üçer oturur sohbet ederlerdi. Türküyü yazan kişi kafiyeye uygun bulduğu için olsa gerek ‘3 kız’ demiş olabilir. Oysa orada 4’lü, 5’li hatta 6’lı gruplar halinde genç kızlar da oturur, erkekler de otururdu..”


Tabyabaşı’nı bir kez de sizden dinlemek istiyoruz,  neydi oranın özelliği





“Dedim ya Tabyabaşı bir sayfiye yeri gibiydi. Deniz seviyesinden yüksekte olduğu için, geçmişte denizden gelebilecek tehlikelere karşı orada askeri topçu bataryaları bulunuyordu. Topçu birlikleri oradan kaldırılınca, o alan ünlü oldu. İnsanlar orayı görmeye geldiler. Zamanla da buluşma alanı haline geldi. Özellikle Pazar günleri, insanlar çevreye yayılır, az da olsa gelen-geçen arabalar izlenir, sohbetler edilirdi. Bu durum da sosyalleşmenin bir başka özelliğini oluştururdu... Burası Ordu için çok önemliydi; şimdiki Sıtkıcan Caddesi şehrin Keçiköy’le birlikte şehrin batıya açılan penceresiydi. Şimdiki sahil yolu olmadığı için Samsun’a, Ankara’ya ve İstanbul’a bu yoldan geçilerek gidilirdi. Tabyabaşı’nın çevresinde çay bahçeleri vardı. Bu bahçelerde transistörlü radyolar dinlenir, gramofon marifetiyle taş plaktan Türk halk ve Türk sanat müziği şarkıları dinlenirdi. Tabyabaşı biraz yüksekte olduğu için yaz-kış püfür-püfür eser, yaz ayları buranın insana verdiği haz çok keyifli olurdu..
              Yine yeşillendi fındık dalları / Acep ne olacak yarin halleri
Dalgalanıyor pembe şalvarı
Kız allan pullan gel – gel yanıma
Beyaz kollarını dola boynuma

Tabya başında üç kız yan yana
İçlerinden biri pışt dedi bana (göz etti bana)
Sağ olsun (nur olsun) seni doğuran ana / Kız allan ...

Fındık dalları yerlere değer / Yarin bakışları kalbime değer
Ölürüm seni almazsam eğer / Kız allan ...

Yöre: ORDU

Kaynak Kişi: Muhsin Tercan
Derleyen: Nurettin Çamlıdağ


GÜLCEMAL EFSANEVÎ BİR GEMİDİR



Gülcemal efsanevî bir gemidir… Denizcilik tarihimizde efsaneleşen iki gemiden birisi olan Gülcemal –diğeri Yavuz zırhlısı- Osmanlı Padişahı Sultan Reşad’ın Annesinin adını taşır. Adı mânilere, türkülere, şiirlere karışmış olup, özellikle de Karadeniz kıyıları halkının dilinde masallaşmış, her şeyiyle efsane olmuş bir gemidir. Osmanlı’nın son dönem ve Cumhuriyet’in ilk dönem devlet adamlarının neredeyse tamamı bu gemiyle seyahat etmiştir.




İlk adı ‘Germanic’ olan Gülcemal, daha sonra Titanic’i inşa edecek olan İngiliz White Stars firması tarafından 1874 yılında Belfast’ta denize indirilmiş ve uzun yıllar Avrupa-Amerika hattında yolcu taşımıştır. 1910 yılında 15 bin altın karşılığında Osmanlı hükümeti tarafından 37 yaşında iken satın alınmıştır. 1914’te Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasından bir süre sonra asker taşımada kullanılmaya başlanan Gülcemal, bir ara hastane gemisi olarak da hizmet vermiştir


 












Daha sonra Karadeniz, Ege, Akdeniz hatlarında posta seferleri yapan Gülcemal, Amerika’ya giden ilk Türk gemisi olarak da tarihe geçmiştir. Yolcuların çok sevdiği bu iki bacalı gemi, özellikle düzenli posta seferleri yapmaya başladığı Karadeniz halkının sevgilisi olur… Adına posta pulları bile basılır…
Gülcemal’in saltanatı 1950 yılına kadar sürer. 75 yaşındaki yorgun Gülcemal, 1950’de sökülmek üzere bir İtalyan firmasına satılır.
Transcript
         GÜLCEMAL 1874- 1950 Türk denizcilik tarihinin yakın dönemlerinde, efsaneleşmi iki gemisi vardır.
          Bunlardan birisi savaş gemisi olan YAVUZ ; ötekide yıllarca halkın gönlünde taht kuran ünlü yolcu gemisi Gülcemal’dir. 1920 li ve 1930 lu  yıllarda anne babalarımızın, dedelerimizden yıllarca dinlediğimiz manilere, türkülere  özellikle de Karadeniz de yaşayan halkın dilinde masalları her şeyi ile efsane olmuş bir Gülcemal
            142 metre uzunluğunda, 14 metre genişliğinde ve su altında kalan kısmı yaklaşık 10 metre olan, üst güvertesi açık, iki bacalı, dört direkli, 5071 grosstonluk geminin teknesi su geçirmez perdelerle 8 bölmeye ayrılmıştı
         Gemi kendi döneminin bir teknoloji harikası olarak görülmekteydi.
            Geminin yemek ve dinlenme salonları hayli geniş tutulmuş, geniş oyun yerleri , lüks restoranları, göz kamaştırıcı salonları ile lüks oteller ayarında yüzen bir saray görünümündeydi. Geminin birinci mevkiinde 220 yolcu ağırlanıyordu, ikinci mevki kamaraları yoktu ancak alt kısmında 1500 göçmen taşıyabilecek geniş koğuşları vardı. Geminin mürettebatı 130 kişiden oluşuyordu.  1893’te  Amerika'ya Chicago  Sergisi’ne görevli olarak giderken  Liverpool’ dan bu gemiye binen Ubeydullah Efendi  gemiden bahsederken geminin gezinti güvertesinin üstünde köşk şeklinde bir kütüphanesinin olduğunu, yemek salonunun vapurun baş tarafına bakan kısmında büyük bir piyano ve ayna bulunduğunu, kütüphanenin duvarına her sabah saat 9’da bir cetvel asıldığını ve bu cetvelde kalkış limanından kaç mil uzaklaşıldığı, varış limanına kaç mil kaldığı gibi seyirle ilgili güncel bilgilerin yel aldığını, geminin içinde çiçek yetiştirilen bir bahçesinin olduğunu ve yemek masalarına her gün oradan taze çiçek getirildiğini ve gemide her gece konserlerin düzenlendiğini belirtmektedir.
            Denize indirilişinden 21 yıl sonra 1895 yılında gemi yeniden donatılmış, geminin hızını arttıran yeni bir makine takılmış, yeni bir güverte eklenmiş ve bacaları yükseltilmiştir. 13 Şubat 1899 tarihinde, şiddetli kar fırtınası nedeniyle geminin güvertesinde, yelkenlerinde,direklerinde ve bunları tutan halatlarda kar ve buz biriktiğinden gemi aşırı yüklü hale gelmiş ve dibe oturmuş, geminin bir tarafı da rıhtıma yaslanmıştı, şans eseri o sırada New York limanında bulunduğu için kurtarılarak 10 gün sonra tekrar yüzdürülmüştür.
           
            Osmanlı Seyr-i Sefain İdaresi tarafından 25,110.60 altın liraya satın alınan gemiye Sultan V. Mehmet Reşat’ın annesinin adı olan ve "gül çehreli, gül gibi güzel" anlamına gelen Gülcemal adı verildi. Geminin adı ilk dönem kayıtlarda "Gül Cemal" olarak geçti, 1928 yılında Türkiye Seyrisefain İdaresi'ne devredilince "Gülcemal" adı tescil edildi.








Osmanlı Seyr-i Sefain İdaresi tarafından satın alındıktan sonra da Almanya'ya olan bir seferi sırasında tersaneye alınarak esaslı bir revizyondan geçirilmişti.
             Gemi ilk zamanlarında Türk askerlerini Yemen'e taşıdı.
            Karadeniz limanlarına düzenli düzenli posta seferleri yapmaya başladı.
            1911'de Sultan Reşad onunla Rumeli seyahatine çıktı.
             Balkan Savaşı döneminde Osmanlı Devleti'nin Balkanlar'da kalan son askerleri 19 Haziran 1913'te Seman iskelesinden Gülcemal Vapuru ile Rumeli'nden aynldı.
                Hac zamanlarında binlerce yolcuyu Mekke'ye en yakın liman olan Cidde limanına taşıdı.

            1914'te I.Dünya Savaşı çıktığında Gülcemal asker taşımada kullanılmaya başladı,
            Bir dönem hastane gemisi olarak da hizmet verdi.
                 27 Şubat 1915 tarihinde Ege'den Marmara'ya sızan İngiliz denizaltısı  İstanbul'dan Çanakkale'ye asker taşımakta olan Gülcemal'i 1915 yılının Mayıs ayının başlarında İmralı Adası önlerinde yakalayarak torpillemeyi başardı
            Pruvasından yara alan gemideki askerleri kurtarmak için Şirket-i Hayriye Cemal Kaptan idaresindeki 67 numaralı Kalender adlı yeni vapuru ile 27 numaralı Sahilbent adlı araba vapurunu olay yerine gönderdi. Askerler ve savaş malzemeleri birkaç gün içinde yakındaki Bolayır ve Lapseki iskelelerine taşınırken Gülcemal de yedekte çekilerek 2 yıl sürecek tamiratı için İstanbul'a getirildi.
                Savaşın sonunda Gülcemal 1918-1919 yılları arasındaki mütareke döneminde Yunanistan ve Mısır'daki esir kamplarında tutulmakta olan Alman askerlerini Wilhelmhaven ve Hamburg limanlarına taşıdı.
            Bu arada İstanbul, Selanik ve İskenderiye arasında seferler de yaptı. Kurtuluş Savaşı öncesinde 9.Ordu kumandanı Kazım Karabekir Paşa 12 Nisan 1919 günü İstanbul'dan Trabzon'a Gülcemal ile gitmişti. ]
Amerika'ya 1920 ve 1921 yıllarında toplam 4 sefer yapan Gülcemal, Amerika'ya giden Türk bayraklı ilk gemi olarak Türk Sivil Denizcilik tarihine geçmiştir.
         Türk göçmenleri 1920 yılına kadar seyahat ettiler
            Seferlerden birinde Gülcemal bir talihsizlik sonucu New York limanında yanaşacağı rıhtıma yanlışlıkla bindirerek hasara yol açtı ve Amerikalılar gemiye tedbir koydu ancak Lütfi Kaptan kişisel girişimleriyle gemiyi hacizden kurtarıp İstanbul'a geri getirdi. Gülcemal'in Amerika'ya 4. ve son seferi 21 Ekim 1921 tarihinde oldu  

Kazım Karabekir 1922 de Ankaraya dönerken Orduya uğrar. Tam bu sırada Fransız Pake  yük ve yolcu gemisi Fransız torpidosu ile Giresundan Orduya gelmektedir. Tam bu sırada  Türk Acentasına bağlı Ümit gemisi ile  Abulhayr  açıklarında karşılaşır. Faransız torpidosu Ümit  gemisini durdurur ve arama yapar. Bu arama Türk Halkını kızdırır. Fransız Pakeye yük taşımayı reddeder. Fransız gemisine hakkı reis ve ekibi yük taşımaya yanaşma. Fransız kaptanı yetkilileri 3500 tl ve altın rüşveti vermeye bile kalkarlar. Hakkı Reis ve ekibi diğer mavna ve kayıklara da pakeye  yük vermemeleri için uyararır. Aslında bir ermeni gemisi olan Pake gerisin geriye gider ve bir daha Karadenize çıkmaz.


         Gülcemal, Cumhuriyet döneminde Karadeniz, Ege ve Akdeniz hatlarında posta seferlerinde kullanıldı.
         15 Mayıs 1923 tarihinde Trabzon yolunda  Yosun Burnu'nda karaya oturduysa da Alemdar tahlisiye gemisi tarafından kurtarıldı.
         Türkiye-Yunanistan nüfus mübadelesi döneminde Yunanistan’dan Türkiye’ye gelecek mübadiller Selanik'ten İstanbul ve İzmir limanlarına Gülcemal Vapuru ile getirildi.
                Başkanlığını İsmet Paşa'nın yaptığı Lozan Barış Konferansı Heyeti'ni de bu yıllarda Gülcemal taşımıştır.         Atatürk deniz gezilerini zaman zaman Gülcemal Vapuru ile yaptı.
                 Gülcemal Vapuru 1928 yılında Haliç Taşkızak Tersanesi'nde tamirdeydi.
         1931 yılında Marmara Denizi'nde karaya oturduysa da kurtarıldı.

Son yılları (1937-1950)

         Gülcemal nihayet 1937'de hizmet dışı bırakıldı ve Haliç'e bağlandı. Uluslararası Lloyd kayıtlarında adı en son 1945 yılında yer aldı.
         1949 yılına gelindiğinde limanda ardiye gemisi olarak kullanılıyordu. Ertesi yıl yüzer otel haline getirileceğine dair söylentiler çıktıysa da 75 yaşındaki gemi hurda olarak İtalyanlar'a satıldı.
         1950 yılında bir açık deniz römorkörü tarafından çekilerek limandan çıkarıldı ve sökülmek üzere Messina limanına gönderildi.
1950 yılında söküldüğünde 75 yıllık hizmet ömrüyle o tarihte dünyanın en uzun süre çalışan ikinci gemisi olarak kayıtlara geçmiştir.
ATATÜRK VE GÜLCEMAL
Atatürk'ün Gülcemal Vapuru ile yaptığı deniz gezileri şu şekildedir:
          4 Ocak 1926 tarihinde Mudanya’da Gülcemal Vapurunda tertip edilen baloda bulundu,
         17 Ocak 1933 tarihinde Eskişehir’den trenle Derince’ye geldi oradan Gülcemal Vapuru ile Mudanya’ya gitti.
          28 Ocak 1933 tarihinde Mersin’de Gülcemal Vapuruna geçti. 29 Ocak 1933 tarihinde Gülcemal vapuru ile Antalya’ya geldi.
          30 Ocak 1933 tarihinde Gülcemal vapuru ile Fethiye ve Marmaris koylarını gezdi. 31 Ocak 1933 tarihinde Gülcemal vapuru ile İzmir’e gitti.
          6 Şubat 1933 tarihinde Bilecik ve Bursa’dan Mudanya’ya geldi, Gülcemal Vapuru ile İstanbul’a hareket etti.
         25 Haziran 1934 tarihinde İran Şahı ile birlikte Çanakkale’de Gülcemal vapuruna bindi. 26 Haziran 1934 tarihinde Adalar ve Moda önünden Gülcemal ile geçti, İran Şahı Rıza Pehlevi ile Sarayburnu’ndan gemiden ayrıldı.
Atatürk, 5 Haziran 1926'da Mudanya'da Gülcemal Vapuru Hatıra Defterine şunları yazmıştır.
 " Gülcemal Vapuru'nda gördüğüm intizam ve mükemmeliyet takdire değerdir. Genel Müdür Beyefendi'ye, geminin süvarine ve bütün mürettebatına teşekkür ederim. Gazi M. Kemal"
Gülcemal Vapuru, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Orhan Veli, Rıfat Ilgaz ve Sunay Akın'ın eserlerinde yer almış, Karadeniz manilerine konu olmuştur.
 Çağan Irmak'ın Dedemin İnsanları filminde mübadele zamanları anlatılırken Gülcemal gemisinden bahsedilmiştir
 Karadeniz manilerine konu olmuştur. Her zaman, her yerde söylenegelmiştir.
"hanginiz bilir, benim kadar,
karpuzdan fener yapmasını;
sedefli hançerle, üstüne,
gülcemal resmi çizmesini;

Gülcemal... 
Mübadillerin hafızasındaki en net isim. Kiminle konuşsanız, bohçasından bir "Gülcemal" anısı çıkar... 
Kıyıdan sallanan her mendilin ardından giden geminin adıdır Gülcemal...
Çocuklarından ayrılan baba...
Nişanlısını bırakıp giden erdir Gülcemal...
Bir sabah ezanıyla yola çıkmaktır Gülcemal...
Akşam olunca hüzün doldurmaktır kadehe...
Dumanı tüten her baca, biraz Gülcemal'dir...
Aşktır Gülcemal, özlemdir, acıdır, vatandır...
Gülcemal, herşeyden öte; 'ana'dır...

Gülcemal'in Karadeniz insanı için anlamı bir başka... Bir zaman posta taşıyan "gülcemal", mübadeleyle birlikte anlam da değiştiriyor Karadenizliler için. Karadenizli, en çok maniyi de yine Gülcemal'e yazıyor:

Gülcemaldedukleri
Denizi elekleyi
Bacalaridumanli
Kıyılaribekleyi

Gülcemal Gülcemal
Savruluyi dumanıni
Aldın gittin yarımi
Yoktur senin imanın

Ah gülcemal gülcemal
Dört tane direğin var
Aldın benim babamı
Ne hain yüreğin var

Geminin direği yok
İçinde gezeni yok
Türkiye'yi hep gezdim
Babandan güzeli yok

Gemi gelir yan verir
Şehirlere can verir
Benim yarimi gören
Ayak üstü can verir

Gemi geliyor gemi
Dört direkli olacak
Benle sevdalık eden
Çok yürekli olacak

gülcemal dedukleri
denizi elekleyi
bacalari dumanli
kıyılari bekleyi

Gülcemal, halk arasında o kadar sevilmiştir ki, sanki efsaneleşmiş gibiydi. Karadeniz’de pek çok kişi, bu geminin bazı hastalıkları iyi edeceğine inanmaya başlamıştı. Rize’ye gelip de açıkta demirlediği zaman bazı kimselerin hastalarını tedavi etmek amacıyla onları bir kayığa bindirerek Gülcemal’in çevresinde yedi kez dolaştırdıkları anlatılır.


,




                ORDU VE AYANLAR MESELESİ 
        Osmanlı Devletinde bir bölgenin toprak ağası ve ileri gelen kişilerindendir. Ayanlar devletin vergilerini ve asker toplama işlerini yaparlar.
        Osmanlı Devleti’nde 16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren merkezi otoritenin zayıflamaya başlamasına paralel olarak devletle halk arasında irtibatı sağlayan mahalli ileri gelenler (ayan) yavaş yavaş önem kazanmaya başladı.
        Sened-i İttifak ile Sultan II. Mahmut ayanların bu ağırlığını kabul etti, ancak onları bir nevi disipline etmeyi de başardı. Padişah yetkileri üzerinde ilk kez halktan bir grubun sınırlamasını kabul ediyor gözükse de, kısa süre sonra bu anlaşma yardımıyla ayanları zayıflatmayı başardı.
Ayanlık buyrulduları rüşvete konu olunca bu kurum 1786’ da kaldırılmış yerine şehir kethüdalıkları kurulmuştur. Ancak, aradan fazla zaman geçmeden ayanlığa tekrar dönülmüştür.

        Osmanlı Devleti özellikle II. Mahmut’ tan itibaren ayan ailelerine mensup kişilere devlet memurluğu vererek etkilerini kırmış ve Tanzimat’ tan sonra hükümet, vilayet idaresini doğrudan doğruya merkezden gönderilen valiler vasıtasıyla yürütmeye başlamış ve böylelikle Osmanlı tarihinde görülen “ ayanlar devri” kapanmıştır. Ayrıca ayanlığın güçlenmesinde etkili olan malikane sistemi ile mütesellimliğe Tanzimat devrinde son verilmesi ayanların güç kaybetmesine neden olmuştur.
        Ordu kazasında uzantıları olmakla beraber (Canikli, Haznedar, Tuzcuoğulları gibi) büyük hanedanlar görülmemektedir. Daha ziyade bu büyük âyan ailelerinin uzantıları, müttefiki, akrabası,  konumunda hiyerarşik olarak ikinci ve üçüncü sırada yer alan âyanlar/ağalar söz konusudur
        “Karadeniz‟de âyanlık mevkiini ele geçiren ailelerin tamamına yakını eşkıya ve mütegallibe kökenlidir. Bunlardan birisi, eşkıyalık ve mütegallibelikle meşhur Canikli Genç Mustafa Ağa‟dır. Kendisi Canikli Ali Paşa‟nın sahip çıkmasıyla Ünye âyanı olmuştu.  Yine Ünye âyanlığı yapmış olanlardan Çalıkoğulları da eşkıyalık ve mütegallibelikten gelmişlerdi.
        1850’de doğan Süleyman Ağa, 1893 yılında Belediye Reisi olmuş sekiz yıl bu görevi yapmıştır. Şehrin ileri gelenlerinden olan Felekzade Süleyman Ağa, Milli Mücadele döneminde de şehirde önemli roller üstlenmişti.
        Ancak 1740 yılı ve sonrası yeniden hareketlenen Osmanlı-İran savaşları sebebiyle bölgedeki “Kürtünlü eşkıyası” meselesi ortaya çıkmış,  ayanların bunlar üzerinden yürüttükleri hakimiyet mücadeleleri artmıştı.  İran seferinin lojistiği için âyanlardan yardım istenmiş, bu durumu fırsat olarak gören âyanlar ise bir taraftan cepheye lojistik destek verirken diğer taraftan reayadan gayri kanuni paralar toplamışlardı.
        Ordu kazasında yüzyılın ilk yarısındaki iki İran savaşı ve seferinin Ordu’da âyanlığın ortaya çıkmasında etkili olan en önemli olaylar olduğu anlaşılmaktadır
        Nitekim Ordu kazası yerel tarihine ait şecerelerde geçen ve âyanlık dönemine ve birbirleriyle mücadelelerine ait en eski anlatı Şeyhoğulları ile Kadıoğulları arasındaki mücadele ve bu mücadele karşısında merkezi otoritenin aldığı tavırla ilgidir. Ordu’da âyanların birbirleriyle ve merkezle mücadelelerine dair şecerelere yansıyan bir anlatının bu dönemlerden kaldığı düşünülmektedir.  “… Halk Derebeyi geçinen Şeyh ve Kadıoğullarının eli altından dışarı çıkmazmış. Bu iki ağa birbirleriyle daima savaşırlarmış. Bu hal padişaha duyurulmuş. Bu iki ağanın kafalarının kesilmesi için Samsun‟da bulunan Osman Paşa‟ya emir verilmiş…En önce Şeyhoğlu ve maiyetiyle savaşmış, neticede yakalanıp öldürülmüş ve kesik başı kazığa geçirilerek halka gösterilmiş. Hareket bir müddet için durmuştur. Kadıoğlu bu durumu görünce teslim olur düşüncesiyle bir müddet beklenmiş. Kadıoğullarından bir cevap alınamaz… Bir müddet sonra Osman Paşa‟nın huzuruna attan inmemek suretiyle çıkar. Osman paşa, atının üstünden inmeyerek huzuruna çıkan Kadıoğlu‟na hiddetlenerek başının kesilmesi
        Osman Paşa’nın Ordu’nun kentleşme sürecindeki etkisine dair: “Sonra halkı bir araya toplayıp padişaha muti olmalarını, aksi halde kafalarının böyle kesileceğini, kesin bir konuşma ile ihtar ediyor. Eskipazar‟da sekiz kadar sanatkar Ermeni‟yi, birkaç Rum‟u alıp Bucak‟a getiriyor. Ermenilere Boztepe‟nin eteğinde, Rumlara sahilde yer gösteriyor.” 1798 tarihi ile nüfus defterlerinde mütesellimin artık Bucak’ta kaydedildiği 1831-1834 yılları arasında yaşanmıştır. Yani bu 30 yıllık dönem içerisinde Bayramlı bir idare merkezi olmaktan çıkmış ve Ordu livasının yönetim merkezi sahile/Bucak’a taşındığı anlaşılmaktadır.



1) Ordu Kazasında Âyan Ailelerine Ait Bazı Şecereler
Ordu kazası yerel tarihinde âyanlık dönemlerine ait bazı bilgi ve olaylara dayalı  Ayanlar bilinmektedir.Ordu’da dönemin âyan ailelerinden  bazıları;
Felekzade oğullarıı
Şeyhoğulları
Alaybeyoğulları
Felekzade oğullarıi           /
        Felekzadelere ait şecere Felekzade Süleyman Efendi  tarafından hazırlanmıştır. Hazırlanan secere içindeki bilgiler on yedinci yüzyılda başlayıp yirminci yüzyılın ilk yarısına kadar gelmektedir ve 1923 yılında basıldığı sanılmaktadır.  Şecere hazırlanırken, aile içinde anlatıla gelen sözlü rivayetlerin yanında, mezar taşları, tapu senedi, ferağ, tımar kaydı, nüfus tezkereleri gibi belgelerden yararlanıldığı ifade edilmiştir.
Felekzadeler’in kendilerini Antakya menşei olarak belirtmektedirler.
Şeyhoğulları           /
         Şeyhoğullarına ait  secere Bilal Köyden tarafından hazırlanmış 1962’de bitirilmiştir. Bu aile de şecerelerini, Felekzadeler gibi, bulundukları bölgeden Celali isyanları sonucu çıkan kargaşadan kaçarak Ordu’ya geldikleri ve yerleştikleri görüşleri ile başlatmaktadır. Şecerede, aile ile nispeten sağlıklı bilgilere ise on dokuzuncu yüzyılın başlarından itibaren ulaşılabildiği görülmektedir. Şeyhoğulları’nın kendilerinin  Diyarbakır veya Antakya’dan geldiklerini belirtmişlerdir.
Şeyhoğulları ile ilgili olarak şecerede; “Ellerinde her türlü maddi imkan olduğu halde, Şeyhoğulları şehre karşı ilgisiz kalmışlar, köyde yaşamaktan özel bir zevk duymuşlardır. Ancak 1835 yılında doğan İbrahim Ağa şehre inmeyi düşünmüş Bülbül deresi kıyısında Kozluk denilen mevkide bir ev, yine şehirde bir fırın ve deniz kıyısında bir köşk yaptırmıştırdığı rivayet edilmektedir. Onu 1910 doğumlu Kahraman (Sağra)  takip ederek Selimiye mahallesine yerleşmiştir. Aradan uzun yıllar geçmiş, hayat şartları değişmiş, okur yazar olanlar yavaş yavaş şehre inmeye başlamışlardır. Birinci Dünya savaşından önce yalnız Mustafa ve Ahmet Ağalar ticaret alemine katıldıkları halde, daha sonra sayıları çoğalmış, 1945 yılını takiben şehre yerleşenlerin adedi artmış, mülk sahibi olanlar on kişiyi bulmuştur,
Alaybeyoğulları                   /
        Şeyhoğulları ile aynı soydan geldikleri ifade edilen Alaybeyoğulları şeceresi ise diğerlerine göre daha kısa olup kimin tarafından hazırlandığı belli değildir.   Her üç şeceredeki anlatımlarda mezar taşları, berat kayıtları, tapu senetleri gibi belgeler merkezli yer, zaman, kişi ve tarihlerin belirli olduğu bilgiler kullanılmıştır. Alaybeyoğulları ise kökenlerini Halep Vilayetinin Antep Sancağı olarak belirtmektedirler.
        Görülüyor ki bu üç aile;  kökenlerini  güney  bölgeleri  olarak ifade etmişlerdir.  Osmanlı Celali  isyanları sırasında  oluşan kaos sebebiyle geldikleri  ifade edilmektedir.Kıyılara değilde iç kısımlara, dağlık alanlara yerleşmeye çalışmışlardır. Felekzadeler Canbolatoğlu isyanı ve Celali olaylarındaki kargaşalıklara, Şeyhoğulları da Celali kargaşaları ve kan davası sonucu bulundukları bölgeleri terk etmek zorunda kalarak Karadeniz’e geldiklerini ifade etmektedirler. 
        Tanzimat döneminde (1839-1876) âyanlar, kendi dönemlerinde olduğu gibi hem kendi aralarında hem de Babıâli ile iktidar mücadelesinde bulundular. Bilhassa merkeziyetçi yönetime yönelik reformcu girişimler, bazı âyanlarda taşradaki yerel otoritesini kaybetme korkusu yarattı. Bütün bunlara rağmen âyanlar sosyal ve ekonomik nüfuzlarını sürdürdüler. Muhtarlık, müdürlük, kaymakamlık, mutasarrıflık ile valilik makamlarına getirilerek  yaşadılar.
        Ordu kazasının on dokuzuncu yüzyıldaki kentleşme süreci, Tanzimat ve ayanlık olgularının birbirleriyle ilgili ve paralel bir süreç izlemiştir. Ordu bir sahil iskelesi olarak on sekizinci yüzyılın sonlarında kurulup gelişmeye başladı.Ordu ölçeğinde âyan kökenli birçok aile on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında ticarete yönelmişlerdir.Bu durumdaonların nüfuzlarını devam ettirmesini sağlamıştır.
“150 yıldan bu yana bu üç aileden  (Şeyhoğulları, Alaybeyoğulları, Boğukoğulları)  zamanın hükmüne göre, bir hayli ictimai mevki sahipleri yetişmiştir. Milis kumandanı, mebus, hakim, avukat, belediye reisi, bankacı, gazeteci vs… Bu üç aile arasında yer almayan iki tip vardır. Derviş ve sarıklı hoca! Din ve mezheplerine sıdk ile bağlı olan bu ailelerden bir çok hacı olduğu halde, hoca ve derviş zuhur etmemiştir. Bundan da anlaşılıyor ki, bu ailelerin efradından hurafeye ve taassuba itibar eden   kimseler olmamışlardır.    

ORDU İLİMİZDE  TESPİT EDEBİLDİĞİMİZ SÜLALELER



 Alaylar ( Çonoğulları ) Nizamettin mahallesi
Azaklıoğulları        Şahıncili mahallesi
Alabeyoğulları      Ulubey kıranyağmur Köyü
Alibaşoğulaları
Altooğulları
Alibooğulları
Ateşoğulları
Abaşoğulları
Abucoğulları
Arapoğuları
Acemoğulları
Acaroğulları
Altmışdört oğulları
Asarlıoğulalrı
Angırtoğulları
Alimoğulları
Angıtoğulları
Aceloğulları
Adükoğulları
Afganoğulları
Akınoğulları
Aketenoğulları
Aptoları
Artoları
Askeroğulları
Alioğulları
Akatalar
Akbaşoğulalrı
Ahçıoğulları
Ayvazoğulalrı
Alemdaroğulalrı
Aloğları
Afanoğulalrı
Ağasarlıoğulalrı
Ali usta oğulları
Aliçanoğulalrı
Ahmetoğulları
Balcıoğulları
Bayraktaroğulalrı
Bayoğulalrı
Beşalioğulalrı
Bıyıkoğulları
Bozoğulları
Baloğulları
Babunoğulalrı
Babuçoğulalrı
Boğukoğulları
Boloğulları
Birincioğulları
Bacınoğulları
Bölükbaşoğulalrı
Bakoğulları
Bektaşoğulalrı
Beyoğulları
Bidiloğulları
Bekiroğulları
Bordanacıoğulalrı
Bediroğulları
Bayramoğulları
Bölükbaşoğulalrı
Bekaroğulları
Bilimoğulalrı
Börekçioğulalrı
Babahasanoğulları
Bıcıloğulları
Biberoğulları
Alioğulları
Bezirganoğulalrı
Çavuşoğulalrı
ÇONOĞULLARI  Nizamettin ( ALAYLAR )
Conosmanoğulları
Coşoğulları
Çanakçıoğulalrı
Çekiçoğulları
Cafaroğulalrı
Çortoğulları
Çamaşlıoğulları
Çelebioğulları
Çakıroğulalrı
Çetecioğulları
Çorbacıoğlu  
Çavuşoğulalrı
Cebecioğulları
Çoloğulları
Çonoğulları
Çibiloğulları
Çıngıroğulları
Çinlioğulları
Çilceloğulları
Çolakoğuları
Çenilkioğulları
Cücükoğulları
Cinalioğulalrı
Çavaşoğulalrı

ÇONOĞULLARI
Çenoğulları
Çakırmelikoğulları
Çayloları
Çıtloları
Çindoları
Çörütoğulları
Çarkıoğulalrı
Çakarmalaroğlu
Çördoğları
Çelleroğlu
Çuhadaroğulları
Cıngıroğulları
Çıtıroğulları
Canikoğulları
Cırızoğulları
Dikmanlıoğulları
Duranoğulalrı
Dboğulları
Delihasanoğlu
Dumanoğulalrı
Davtaoğulalrı
Danacıoğulalrı
Donubozukoğulları
Delimustafaoğulları
Delhasanoğulları
Deresüleymanoğlu
Dikenoğulları
Dumanoğulalrı
Düdükçüoğulları
Dağıçoğulalrı
Emirosmanoğlu
Drambaoğulları
Eyupoğulları
Engüroğulları
Emiroğulları
Enoğulları
Efiloğulları
Ellezoğulları
Efendioğulları
Ekizoğulları
Ekşioğulları
Elikçioğulları
Eceloğulları
Eminoğulları
Emanetoğulları
Eneloğulları
Evliyaoğulalrı
Elvanoğulalrı
Ekizoğulları
Eroğulları
Feloğulları
Fırınoğulları
Karlıbel
Fırgıloğulları
Fevzioğulları
Furtunoğulları
Fisiloğulları
Fodulahmetoğulları
Gallencoları
Gadoları
Garipoğulları
Güleloğulları
Güdolaları
Gübüdoğulları
Ganderoğulları
Gübüdoğulları
Gagiloğulları
Giritlişoğulları
Gıraçoğulalrı
Gozmidoğulları
Gantaroğulalrı
Gıgaçoğulalrı
Gökçeoğulları
Göçoğulları
Gavasoğulları
Göçoğulları
Gökçeovaları
Gırışoğulları
Govizeoğulları
Gogidizeoğulları
Gamburoğulları
Genceloğulları
Gedoğulalrı
Gözükanoğulalrı
Gozmidoğulları
Güloğulları
Gaçaroğulalrı
Gulaçoğulalrı
Gasımoğulları
Gırhasanoğuları
Goyunoğulları
Gargınoğulalrı
Göçoğulları   Bayadı Köyü
Güreşçioğulları  Nizamettin Mahallesi
Kürtoğulları     Nizamettin Mah, Öceli köyü
Gocasanoğulalrı
Gogaco
Goçoları
Gagiloğulalrı
Gügünağaoğulalrı
Gamburoğulalrı
Altungökçeoğulları
Gırosmanoğulalrı
Göveloğulları
Golanoğulalrı
Gocaloğulalrı
Gümüşalioğuları
Haznedaroğulalrı
Hartioğulalrı
Alyıneller
Hocaoğulalrı
Haliladioğulalrı
Hatipoğulalrı
Hasanpaşaoğulları
Hacooğulalrı
Hamaloğulları
Hekimoğulları
Hattatoğulalrı
Hacımehmetoğulları
Hamitoğulları
Hacıkadıoğulalrı
Hacıoğulalrı
Hacı alioğulları
Hamzaoğulalrı
Hacımahmutoğulalrı
Halilefendioğulları
Hasanbaşıoğuları
Habipoğulalrı
Hacıhamzaoğuları
Hatipoğulalrı
Hacıvelioğulları
Hacıosmanoğlu
Haceroğulları
Halloları
İbiloğulları
İmzaloları
İbasoğuları
Hamzaoğuları
Hayıroğuları
İsboları
İsmailoğulları
İmamoğulları
İnceahmetoğulları
İneboğulları
İnceahmetoğulları
İnceoğulları
Kallencooğulları
Kadıoğulları
Kalafatoğulalrı
Mehemetoğulları
Kulaçoğulları
Kocasanoları
Köroları
Kasımoları
Kukösoları
Küçükoları
Kocamanoları
Kırhasanoları
Karaoğlanoları
Kuyumcuoları
Kahyoları
Kocaoları
Kavalçoları
Köseoları
Külünkoları
Küçükalioları
Külçoları
Koyunoları
Karahisarlıoları
Karamanoları
Koşnaklıoları
Kasımoları
Kaşkoloları
Kovancoları
Kürdoları
Kömürcoları
Küpüçoğulları
Keleşoğulları
Karahaliloğulları
Kelömeroları
Kutupoları
Kahvecioları
Kutucoları
Kandazoları
Kefeloları
Karavelioları
Korgaçoları
Keliçoları
Kalaycıoğlu
Kırcaloları
Keşapoları
Kraloları
Kehoları
Karcoları
İbrahimoları
Karahüseyinoları
Koçoları
Katamizeoları
Kılıçoları
Külçüoları
Kırcaoları
Kurubaşoları
Kumçuoları
Kuruoları
Karahaliloları
Köseoları
Kürtünoları
Karaoları
Kocamustoları
Karakızoları
Kandazoları
Kovamanoları
Karakulukçuoları
Karamanoları
Kamanoları
Kubaloları
Karakızoları
Karahüseyinoları
Kösoları
Koçoğlu
Kocaloları
Karaalioları
Küçükmahmutoları
Karahasanoları
Kadıaskeroları
Kazmaoları
Kahyoları
Kurucoları
Kırıoları
Kargoları
Kocayitler
Kıraçoları
Kadınoları
Kocahaliloları
Longaları
Lazoları
Karadeniz
Leventoları
Lökoları
Küçükyusufoları
Melikoları
Makaroları
Mollaları
Manaroları
Memişoları
Müderrisoları
Mızıroları
Musluoları
Murtazoları
Musabaşoları
Müftoları
Manoları
Meyremoları
Mehteroları
Maraşloları
Mıçıkoları
Marangoları
Meletlioları
Mollameroları
Macaroları
Müezzinoları
Meletoları
Metioları
Müftüoları
Midamoları
Nuhoları
Nasuhbeyoğulları
Oruzoları
Ostoları
Omaroları
Odabaşoları
Öğmecoları
Ömeroları
Öksüzoları
Omaroları
Öksüzoları
Öküzcüoları
Ömerimoları
Pamukçuoları
Paşoları
Pasaloları
Pehlivanoları
Poturoları
Padaroları
Postoları
Poyrazoları
Pazarcoları
Palazoları
Palancaoları
Piroları
Pillioları
Ramadanoları
Postoları
Potoları
Romanoları
Şifoları
Şıhmanoları
OSMANOĞLU
Sağıroğlu
Şerbetçioğlu
Sakaroğlu
Sinoploları
Şabanoları
Şemokoları
Soytaroları
Şeyhoları
Şemokoları
Sülümanoları
Şamloları
Sofoları
Sıldıroları
Sabuncoları
Şemukoları
Sivazoları
Sinankadıoları
Şıhlıoları
Şahbazoları
Şahmelikoları
Sakoları
Siviçoları
Sıldıroları
Şatıroları
Şimşitoları
Şellioları
Salihoları
Şamize
Samgosalı
Şairoğlu
Şahinoğlu
Şenoluları
Şanoğulları
Şıhlıoları
Sarıhüseyinoları
Sarısinoları
Sarısinoları
Şepçioğulları
Solakoları
Şamloları
Tekkeoları
Töngelçoları
Tokatlıoları
Tarkçıoları
Toramanoları
Telçoları
Tömçoları
Türkmenoları
Töngüloları
Tiryakioları
Tataroları
Tahiroları
Tıkıçoları
Torunoları
Topçoları
Topaloları
Tataroları
Tentolar
Tıkılolar
Tokulolar
Talpoları
Tahsinoları
Topuzoları
Talpoları
Topaloğulları
Tomakinoları
Uzunömeroğulları
Uzloları
Üçgüloğulları
Usluoları
Umurolar
Urusoları
Uncoları
Uzunhüseyinoğulları
Veliefendioğulları
Vonalioğulları
Velioları
Veziroları
Varol
Yazıcıoları
Yayloları
Yağçıoları
Yetimoları
Yamakoğulalrı
Yıldırımoğulları
Yüzbaşıoğulları
Zaloları
Zekiroları
Zıpıroları
Zincirlioları
Zıldıroları
Yaramadoları









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder