KARADENİZİN İNCİSİ, YEŞİLLE MAVİNİN
BULUŞTUĞU ŞEHİR
ORDU
4 NİSAN
1921 ORDUNUN İL OLUŞU
4 NİSAN
2023 102. İL OLUŞ YILDÖNÜMÜ İL OLMA
SERÜVENİ
1867
Yılında Trabzon Eyaleti kaldırıldı. 3 Kasım 1839 yılında Tanzimat Fermanı ile Trabzon
İli kuruldu. Sınırları batıda Samsun Alaçam , Doğuda Batum Çürüksuya
kadarBelirlendi.
Ordu ve
Giresun yıllarca buradan ayrılıp il liva olmak için çalıştı. 1847 yılında Ordu
“Liva-i Ordu “ adıyla sancağa dönüşebildi.
Giresun
kazası ile Bulancak Nahiyesi Ordu Sancağına bağlandı isede Giresunlular bunu
kabul etmeyip tekrar Trabzon iline bağlandılar.
1852
yılında Ordu Kaymakamı Kalcızade Mehmet Efendi , Ağaların Tanzimat emirlerine
karşı çıkması nedeniyle Ordu sancağı
merkezinin Giresuna taşınması gerektiği yazısı gönderdi. Giresun Trabzona daha
yakın olmasını sebep gösteriyordu.
Bu yazı
Meclisi Valaya iletilmiş ve 20 Ağustos 1852 de
Merkez Giresuna taşınmıştı. Ancak bu sefer Ordu ileri gelenleri Osmanlı
Sadaretine bildirilmiş ise de itiraz bir sonuç getirmemiştir.
1856
yılında Giresun Trabzona bağlanmış Bir süre sonra 1860 yılında Giresun kazası
tekrar Ordu sancağına bağlanarak
7 kazalı
sancak haline gelmişti. Ancak Giresun nüfus bakımından daha kalabalık ve
gelişme içinde olduğundan sancak 1863 yılında tekrar Giresun a geçmiştir.
Sancak Ordu Merkez Giresun gibi bir durum almıştır. Ancak çekişmeler sonucunda Ordu ve Giresun
sancakları 1868 yılında Trabzona bağlanmıştır.
Yaşanan
nüfus ve ekonomik gelişmeler sonucunda Bayramlı Kasabası olan Ordu Merkez;
Sahildeki Bucak a taşınmıştır. Fındık
tarımında ileri adımlar atılınca ve diğer tarım gelişince Ticari hacim de
gelişti. 1908 meşrutiyet yönetiminden Ordu ve Giresun kazaları İstanbuldan
tekrar sancak istekleri yarışları başladı. 1909 yılında İstanbul Meclisi
Mebusanda Ordu Liva olur kararı verildiyse de Giresunlular Biz daha önce
haketmiştik deyince işler karışır ve
İstanbul bıktık artık bunlardan deyip
Ordu ve Giresunu tekrar Trabzon a bağlı bırakmıştır. Bu durum 1920
yılına kadar devam etmiştir.
30 kasım 1920 de TBMM Giresunlular
Meclise Balıkesir Milletvekili Vehbi Bey Ordu ve Tirebolununda Giresuna
bağlanıp sancak olmaları isteği görüşülüyor. Maliye Bakanı Ferid Bey mümkün
olacağını söylüyordu. Ancak
Mesudiyeli Şebinkarahisar Milletvekili
Mustafa Bey buna karşı çıkmış Ordunun 160 000 nüfusu ile bir çok sancaklardan
fazla nüfusa sahiptir. Ayrıca birer ilçe mahiyetinde 5 tane nahiyesi var diye
bilgiler sunmuştur. Serdarzade Mustafa Beyden sonra Orduda Kaymakamlık yapmış
bulunan Bolu Milletvekili Tunalı Hilmi Bey de Orduda asayiş sorunlarının çok
olduğunu ve Ordunun sancak olmaması durumunda işlerin iyi gitmeyeceğini
savunarak “gelin Orduyu Fatsa ile birleştirerek liva yapalım Giresunla
Tireboluyu birleştirip Liva yapalım önerisinde bulunur.
Bu çabalar sonunda 4 Aralık 1920 yılında Ordu ve Giresunun ayrı Liva olma
hususunda karar kılınmıştır.
Fatsa ve Ünye Canik sancağından alınarak
kurulan Ordu Müstakil Livası; 4
Nisan 1921 tarihinde yasalaşmıştır. Yöneticiliğe (Mutasarrıf lığa) Ahmet Faik
GÜNDAY 14 Nisan 1921 günü başlamıştır.
İlk iş
olarak Akçakocadan Yasona kadar Karadenizde korsanlık soygunculuk yapan çeteleri yok etmiştir.
Gülnihal Vapuru Kaptan ve mürettabatı bu işte başarılı olmuştur. 1924 yılından sonra Ordu Valisi Ordu İli
olarak ifade edilmeye başlanmıştır.
NİZAMETTİN MAHALLEMİZ PANORAMATİK TANIYALIM
TARİHİ BİLGİLERİMİZ GELENEKSEL TARIM VE HAYVANCILIK SERÜVENİ ÜZERİNE ARAŞTIRMA DÜŞÜNCELER
Nizamettin
mahallemizi tanımak için yaptığım bu bloğum belli bir aşamaya gelmiş
bulunmaktadır. Gelecek nesillere, misafirlere biraz da bilgi verebilmek için
araştırmalarım sürmektedir. Diğer sayfalarımda bilgiler, resimler, haritalar
izleyenlerime hizmet etmektedir. Bu sayfamla da bu bilgilere biraz daha, kavli
kararınca bütünsel değindim. Umarım faydalı olabilimişimdir.
Mahalle tarihimiz;
Ordu Tarihi hakkında çeşitli araştırmalar yapılmış, Kotyora, Eskipazar, Bayramlı Kasabası, Ordu adının nereden geldiği uzun uzad ıya anlatılmıştır. Ordu Mahallelerinde de tarihe ışık tutacak eserler kalıntılar vardır. Bu araştırmalar sonucunda Ordu 1800 li yıllarda Ordunun bir bataklık olduğu , önceleri pirinç tarımı yapıldığı, bataklıkta sivrineklerin çok olduğu ve bataklık durumun hava durumunu da etkilemesi (rutubet nem ) burada yerleşimi olumsuz etkilemesi ikameti, şehirleşmeyi engellemiş halk iç kesimlere köylere, yaylalara yerleşmiştir.
Boztepe, kuzköy( Nizamettin mah), öceli, Boztepe, Efirli , yerleşim alanları olmuştur. Kışın bu şehirden uzak mahallerde kalan vatandaşlar baharla yaylaya Çambaşı, Karagöl, turnalık yaylalarına göçmüşler. Yazın adete Mayıs yedisinden itibaren Ordu boşalmış olur, Ekim ayından itibaren cenik ‘ e ( Orduya)dönülürdü.
Hayvancılık
ve ziraat insanlara zahmetli, ancak çevre ve kendisiyle barışık bir tecrübe
kazandırıyordu.Her yıl Mahallede
başlayıp yine Mahallede son bulan bu cenik, yayla hareketli yolculuk,
aynı zamanda tabiatla uyumlu yaşayabilmekti.
Sıtma hastalığı kinin( sıtma ilacı ) yokluğunda cana
maloluyordu. Bu durumu azaltmak, yok etmek için Pirinç ekiminden vazgeçilmiş,
bataklıklar kurutulmuş patates üretimi denemesi yapılmış ancak sonuç
alınamamıştır.
Şehir, Taşbaşı, Aziziye, zaferi milli mah, Kirazlimanı
Mahallesi, Selimiye Mahallesi, (Kuz Köy) Nizamettin Mahallesi, Bucak
Mahallelerine doğru gelişmiştir.
Mahallenin
konumu;
Nizamettin Mahallesi alan bakımından diğer mahallelerin yüz
ölçümü bakımından en büyüğüdür. Şöyle de dersem şaşırmayın. Saydığım Mahallelerin beklide toplamına eşittir. Ancak
Nizamettin Mahallesi şehre girişte gözden ıraktadır. Oysa şehrin en eski
yerleşim yeridir. Bir yerin tarihini
tarihi kalıntılardan, mezarlıklardan, çok yaşlı insanlardan, unutulmayan
kişiliklerden öğreniriz.
Eskiden Karadeniz yörelerinin bir özelliği evler, taştan alt
temel ve üstüne Ağaçtan,tahtadan, yine üstü hartama’dan ( ağaçtan biçilmiş örtü
) örtülü yapılardı. İki katlı, çatılı evlerin alt katında sığır hayvanları
bulunurdu. Yani Karadeniz köylüsü hayvanları ile beraber yaşardı. Koyunlara
ağıllar yine ağaçlardan yapılır etraf çitlerle çevrilirdi. Bu evlerin ömrü az
olurdu. Arazi kıt olduğundan (Nizamettin Mahallesi “kuz köy “ 1960 llara kadar
Bozkırlıklar, çalılıklar, geniş orman alanlıklara sahip yerdi. Arazi çok genis
ancak çok engebelidir.) Evler yıkılınca aynı evler, yapılar tekrar onarılır
kullanılırdı. Mübadele yıllarında gelen göçmenlere verilen birkaç yerde Balkan
tipi evler yapıldıysa da kısa zamanda onlar da yok oldu.
Tarihe ışık tutacak, bu Mahallenin eski tarihe sahip olmasını
mezarlıklardan öğrenebiliriz. Ordunun da bilinen en büyük mezarlığı Şebcioğlu
Mezarlığı benim tahminime göre en az 250 yıllıktır.Nizamettin Mahallesi Boztepe
yolunda , yaraşlı Köyü sapağında mezarlık alanı hayli geniştir. Nizamettin çevre grup köyler yolu mezarlığı ikiye böler. Yine şimdiki
Nizamettin Şehir mezarlığı 200 yıllık maziye sahiptir. Ancak burada tarihi
mezarlar defineciler, eski eser kaçakçıları tarafından talan edilmiş, tarihe
ışık tutacak yazılı kitabeli taşlar 1970 li yıllarda çalınmıştır. Ordu
Belediyesi burayı yeniden düzenlemiş Şehir mezarlığı haline getirmiştir. Yine
Selimiye Mahallesined şimdiki Koru park tarihi mezarlıktı. Orada selvi ağaçları
diplerinde özenle yapılmış mezarlar
vardı. Ne yazık ki o mezarlıkta 1960 lı yıllarda kaldırıldı.1982 yılında
Belediyece tamamen yok edildi. Park olarak kullanılmaktadır. Bunun yanında yine
Nizamettin Mahallesinde Şimdiki Boztepe Evleri Konut alanının hemen üstünde bir
tarihi mezarlık vardı. Buralardaki mezarlık alana şahit olmuşum. Yine Şimdiki
Nizamettin Hanzade Konakları yapı konutlarının olduğu yer Taşhane mevkisi
tarihi mezarlık olduğu büyükler tarafından anlatılır. Tapu kayıtlarında
buraların arsaları mezarlık yanı, mezarlık altı gibi ibarelere rastlanır. Yine
Nizamettin Mahallesinde Kuşcuören mevkiinde Kilise ve etrafında mezarlıklar
olduğu, ancak şimdilerde yok olduğu özel mülkiyete geçtiği görülmektedir. Tapu
kayıtlarında Kilise yolu, kilise yanı vs geçer.
Görüldüğü gibi Bir
mahallede bu kadar mezarlıkların olması ve tarihinin eski olması bu mahallenin eski bir mahalle olduğunu ispat
etmektedir.
Nizamettin Mahallesi Selimiye noktasında yapılaşma diğer bölgelere göre çok fazlalaşmıştır.
Burası Salionbaşı ve Taşocakları mevkiisi idi. Ordunun bina taş ihtiyacı ve kireç ihtiyacı buradan sağlanırdı. Sali onbaşı Mevkiisined Lise binası 2015 yıllarında Eğitim öğretime açılmıştır.
Mahallenin
Yerleşimi;
Mahallenin şehre yakın olması
hatta birleşmesi Mahallenin yerli nufusunu azaltmıştır. Mahalle bir çok küme
bölümlerden oluşmaktadır. Eski Nizamettin Şehirden itibaren Taşocak Mevkiisi,
Sakaroğlu Mevkiisi, Tomakinoğulları Mevkiisi, Alaylar Mevkiisi, Kulaçlar
Mevkiisi, Türkeliler Mevkiisi, Yüceler Mevkiisi, Bekiroğulları mecvkiisi,
Göktepeliler Mevkiisi, Kırcalar Mevkiisi, Ateşler Mevkiisi, Kahramanlar
Mevkiisi, Boztepe küme evler Mevkiisi (Şimdiki teleferik istasyonu ve turistik
tesisler etrafı )
Bu mevkiiler azalan nufus nedeniyle yapılaşma fazla değildir. Şehir
kenarındaki Taşocak Mevkiisi son yıllarda toplu konut evlerle nufus artmıştır.
Taşhane deresine kadar Selimiye Mahallesi birleşmiştir. 217 sokak
selimiyemahallesinden başlar Nizamettin Taşhane deresinde biter. Yine
Nizamettin Caddesi Selimiye Muhtarlığı önünden başlar Boztepe Turistik
tesislere kadar 8 km gider.Muhtarlık seçimini bu yüzden bu yeni yerleşim yeri
halkı belirler, duruma gelmiştir.
Boztepe nin turizme
açılması, Ulaşım yolunun Mahallenin ortasından geçişi Nizamettin Mahallesinin
tanıtımını bir nebzede olsa sağlamaktadır. Büyük şehir olmasından sonra
turistik tesislerin olduğu alanlar Orhaniye Köyüne dahil edilmesi Nizamettin
mahallemiz için şansızlık olmuştur.
Teleferik hattı boylu boyunca Nizamettin
Mahalle üzerinden geçerken güzellikleri izleme fırsatı bulursunuz.Hattın
kabininde sağa sola bakarak Karadenizin
özelliklerini gösteren doğayı, aşağı
bakarak taa uzaklarda ordu havaalanını,
Giresun dağlarını, biraz sağ taraf ufukta çambaşı Karagöl dağını hayal meyal
görebilirsiniz. Havanın açık olması şansınız sayılır tabii. Teleferik şehre
biraz daha yaklaşınca şehrin güzelliklerini, sahili, denizin dalgalarının
kumlukları nasıl dövdüğüne şahit olursunuz.
Geniş ve engebeli bir arazi üzerinde kurulmuş olan Nizamettin Mahallesinde evler, daha ziyade yol kenarında ve tarlaların başında sıralanmaktadır. Evler iki katlı kagir yapılardı. Alt katı ahır olarak kullanılırdı. Pencereler tahtadan kepenkli, sürgülü idi. Tavan araları kışlık meyve deposu olarak kullanılırdı.tuvalet banyo dışa çıkma odalar olarak yapılırdı. Evlerin üzeri ağaç çatılı ve üzerine döşenen yerli kiremit denilen yerli oluklu pişmiş malzemelerdi. Her evin kapısında Bir pinnik ( tavuk kümesi), Köpek kümesi, kedi girişi mutlaka vardı. Evin önünde bir harman ve hemen kenarında bir iki tane çiten ( fındık çubuklarından örme mısır deposu ) bulunurdu. Köy yerinde börtü böcek , halk tabiriyle yılan çıyan denilen böcekleri kediler ve tavuklar toplar bir nevi evleri korurlardı. Kediler kedi deliğinden istediği zaman eve girer farelerden, sıçanlardan korurlardı.
Yine her evin bir avlusu, yerli dilde çöplüğü vardı. Bu çöplük evin günlük taze sebzelerle ihtiyacını karşılardı. Çöplükten pancar al gel. Çöplükten marul, soğan al gel , maydonoz al gel. Vs vs….. Burası evin can damarıydı.
Ordu’ya 8 km uzaklıkta ve 450 m. yükseltide bulunan Boztepe önemli Turistik bölegdir.
Mahallenin sosyal
hayatı;Düğünlerimiz, adet gelenek göreneklerimiz;
Okul, cami ve dükkanların bulunduğu yer Mahallenin merkezindedir.. 1990’lere gelinceye kadar Mahallenin çocukları öğrenim için bu okula gelirlerdi. Nizamettin ilkokulu Okulu 1947 yılında yapılmıştır. Mahallenin Boztepe Mevkiisi, Taşocak Mevkiisi,Alaylar ve Tomakin mevkisi çocukları Şehir ‘e yakın olduğu için şehirdeki İlkokullara giderlerdi. Genellikle Saray Mahallesined bulunan Gazi İlkokuluna giderlerdi. Okula gidi,ş gelişler yaya idi. Bugünkü gibi araç ve yol yoktu. Dağınık yerleşim yaz kış ulaşımı olumsuzluklar yaratıyordu.
Ramazan ve bayramların köyün sosyal hayatında çok önemli bir yeri vardı. Özellikle çocuklar ve gençler için bu ay daha bir neşeli günler geçerirdi. Genellikle çocuklar, geceleri kapı kapı dolaşarak mani eşliğinde dümbelek çalarak, maniler söyleyerek bahşiş toplarlardı.
Mahallemizde Sosyal hayatın vazgeçilmez etkinliklerinden olan düğünler, geleneksel çerçevede bir şenlik havasında yapılırdı. Davul ve gırnata (klarnet ) düğünlerin vazgeçilmez unsurlarıydı; Zenginler iki davul, iki gırnata çaldırırlardı. Komşu köyden gırnatacı Muhittin türküleri döktürürdü. Her düğünde ONU görmek mümkündü. Düğün öncesinde tüm mahalle seferber olurdu. Kimileri bir at yükü odun, kimileri bakraç bakraç sütler, kimileri tavuk veya horoz,kimileri su taşırlar, Yufkalar açılır, su börekleri yapılır, baklavalar açılır, yahniler ve keşkekler pişirilirdi. Bunların içined en önemlisi kara lahana dolması idi ki; bir hafta boyunca dolma sarılırdı. Dolma için Boztepe Mevkiisi pancarı mükemmeldi. Çevre köylerden düğün için Boztepeye dolmalık lahanaya gelirlerdi. Buranın toprağı pur, say topraktı ve bol güneşte aldığından olacak ki pancarı tatlıydı. Keza Nizamettin Merkezi pek güneş alamayan alçak kısım özelliğindedir. Zaten adından da anlaşılacağına göre Eski adı KuzKöy ( halk şivesi )gosköy; kuzey yön, güneşi alamayan yer anlamında. Cumhuriyet kurulmadan 1921 yılında Ordu İl oluşunda köy statüsünden çıkıp; Nizamettin Mahallesi adını alarak Mahalle statüsüne girmiştir. Ancak uzun yıllar köy hayatına devam etmiştir. Mahalle olmasının faydası Çevre ve grup yollarının yapılıp Öceli, Yaraşlı, Burhanettin, Kızılhisar, Yağızlı, Boztepe köylerine şehrin ulaşımını sağlamış, buralara eğitimin azda olsa gitmesine yardımcı olmuştur.
Komşulardan kimileri değirmen işini yaparlardı. Su değirmenlerinde düğün zahralarına ( öğütülecek mısır ) öncelik verilirdi.O yıllarda ekmek şimdiki gibi buğday ekmeği değil mısır ekmeği vardı. Ekmekler sac üstünde veya bileki taşında pişirilirdi. Bileki ekmeği yapmak biraz zordu ama daha lezzetliydi. Ekmeğin daha lezzetli olması için zahranın içine belli oranda soya (çorum ) katılırdı. Ekmeği daha yağlı ve lezzetli olurdu. Mahallemizde Bebeğin Değirmeni ( Mustafa Türkeli ), Saminin değirmeni ( Sami Kır ) diye iki su değirmeni vardı ki bu değirmenlerde sıra beklemek, sıra beklerken hoş vakit geçirmek, kendimizce derelerde oynamak zevklerimiz arasındaydı. Dereler aynı zamanda Annelerimizin çamaşır yıkama, ve bizleri burada yıkadığı yerlerde. Genç kızların çeyizleri için yapağı yünlerin yıkanması da bu derelerde yapılırdı. Yani dere her şeydi. Sabahtan başlanan yıkama işlemleri akşama biterdi. Dere keanrında kuruyan çamaşırlar şeleklere ( fındık çubuğundan yapılma sırt sepeti) yüklenerek eve dönülürdü.
Bir hafta sonunda düğün yemekleri hazırlanmış olurdu. Yardımlaşma dayanışma çok önemliydi. Bütün komşular, akrabalar tanıdıklar düğüne söylenirdi. Kız evi terlik ve çember dağıtılarak, erkek evi davetiye ile düğün çağrısı yapardı. Kız evinin dağıttığı terlik ve çemberlerin bahşişi kına gecesinde kız evine genellikle mutfak araçları olarak; tabak , bardak, kaşık,çatal, tencere, tava, çaydanlık olarak gelirdi. Erkek tarafının bahşişleri düğün bitiminde gelin almaya giderken yapılan merasimde damata düğün kahyası tarafından verilirdi.
Yine gecelikçiler için tavuk ve mezeler hazırlanır, kına gecesinde kız evi misafirleri ağırlanırdı. Gecelik götürme adedi vardı ki. Kız evi erkek ( oğlan evine) evine genellikle giysi hediyeler götürürlerdi. Düğünün önemli bir bölümüydü. Eğlence gırla idi. (Eğlencenin en doruğu). Gecelikçiler elden geldiğince iyi ağırlanır, ağırlamada kusur edilmezdi. Silah atışı çoktu. Hele erkek evinde gece düğününde kutu kutu mermiler tüketilirdi.
Kız evinde eğlenceler sürerken oğlan evinde davullu gırnatalı eğlenceler gece yarılarına kadar devam ederdi. Kına evinde Erkek evinden halaylar eşliğinde getirilen kına gelinin eline yakılırdı. Bu kına gecesinde yöresel maniler ve meşhur çambaşı türküsü ağıtı eşliğinde yakılan kınada gelin ağlatılırdı. Ağlatana kadar devam edilirdi.
Ertesi gün Pazar sabahı düğün tekrar başlar, öğleye kadar yemekler yenir, sohbetler yapılır, tabancalar tüfekler hemen hemen hiç susmaz, eğlenceler son demine erişirdi. Keza kız evindede genellikle ud eşliğinde eğlenceler yapılır erkek evinden gelecek düğünçüleri ( kız almaya gelen düğün alayı) beklerlerdi.
Erkek evinde öğleden sonra sağdıçla damat harmanın ortasında dikelir, düğün kahyası herkesi toplar düğün hakkında meşhur konuşmasını yapar, bahşiş merasimini başlatırdı. Önceden baba çağırılır, oğlun burada yeni bir yuva yapma peşinde ; maldan, melalden, gazdan, tuzdan vs gibi sözlerle işe girişirdi. Baba , anne , kardeş bacılar dan sonra diğer mahalle bireyleri de sıraya girerdi. Herkes parasını kahyaya verir, kahya ismini ve verdiği parayı yüksek sesle söyleyerek alkışlatırdı. Bu arada bahşiş adetlerinde kısa şaka larda yer alırdı. Kimisi ilave olarak bir biberon, bir Köroğlu emzik, bir paket mama vs sunarlardı. Bahsişten sonra para damatın iç cebine yerleştirilirdi.
Şimdi düğün alayı kız evine gelin almaya giderdi. Şimdiki gibi yol ve taşıt olmadığından yayan ve ya atlarla gidilirdi ki, bir at ta gelin için götürülürdü. Diğer atlarla gelinin çeyizleri yüklenirdi.
Gelin evi naz evi olur ya. Gelin evinde bahşişler verilir, nazlanmalar giderilir gelin ata bindirilir, çeyizler yüklenir, geri dönüş başlardı. Kızın kardeşi varsa (Sandık üstüne oturma) onun bahşişi biraz ağır olurdu.Keza sandık kızın beşikten bugüne kadarki çeyizi vardı . Büyüklerimiz hani derdi ya “kız beşikte, çeyiz sandıkta” Gelin damat evine getirilince kapıya ip bağlanır, horoz kesilir kanına gelin ayağını basar içeri girerdi. Düğün bitmiş midir! Hayır;
Ertesi gün duvak eğlencesi olurdu. Gelin ev halkının ileri gelenlerinin ellerine gider bahşişlerini toplardı.Gelinin çeyizleri yerleşmiş, gelen kızlar, kadınlar gelin çeyizlerini görmüşler, tanışmış olurlardı.Gelin yine gelinlik giyilmiş gelinin arkadaşları da gelmiş, gelin, görümce tüm aile halkı ud eşliğinde eğlenceler yapılırdı. Öğleden sonra duvak merasimi de bitmiş olurdu.
Son yıllara kadar düğünler çoğunlukla köyde yapılıyordu. Gelişen teknoloji , sosyolojik gelişmeler kültürel gelişmeler düğünleri unutulmaya yüz tutmuştur.Artık düğünler salonlarda yapılıyor, 3-4 saatte bitiyor. Biz yaştakiler eski düğünleri anılarımızda yaşatıyor hayıflanıyoruz. Ne yazık ki gençlerimizde bugünkü uygarlığın getirdiği bilinmezlik hengamesinde yaşamaya devam ediyorlar.
Köy gençleri çoğu kez, askerlik vazifesi dolayısıyla köy sınırlarının dışına çıkma imkânına kavuşabiliyorlardı. Askerlik kağıdı çıkana kadar bırak gurbeti Orduyu görmeyenler vardı. Bazı babalar oğullarını kendileri kıtasına teslim edeceğim der giderlerdi. Mahalleye gelince Kıtasına teslim ettim, , Devlete feda olsun der o da gördüklerini anlatırdı.
Gençler davul ve zurnayla yapılan şenlik ve dualarla askere uğurlanırlardı. Herkes elden geldiği kadar asker harçlığı verirler Ellerine Kına yakılarak uğurlanırdı.
Mahallemizde Tarım ve Hayvancılık;
MISIR VE FINDIK
1970’li yıllara gelinceye kadar Mahallemizde genellikle mısır (darı) tarımı önde geliyordu.Bazı kimseler hayvan yiyeceği olara fiğ ve yulaf ekerlerdi. Mısır hem hayvan hem de insanlar için yiyecek bakımından önemliydi. Mısır ekmek ve sapları hayvan yiyeceği olarak çok önemliydi. Fiğ ve yulaf kısın hayvan için yeşillikti. Güzden ekilen bu yemler ocak şubat ayında kar altından biçilir hayvanlar bayram ederdi.
Baharla birlikte mısır tarlalarını ekime hazır hale getirme çalışmaları başlardı. Düz tarlalarda öküzlerle, yamaçlarda insanların bel ve kazma aletleriyle Şubat bitiminde tarlalar herk edilir, Hayvan kemresi ( gübresi ) verilirdi. O yıllarda suni gübre yok gibiydi. Olsada gübre ve ilaç halkımıza yabancı idi. Nisan ayında ekilir, mayıs sonunda filizler ayıklanır( ot kazma işi).temmuz ayına doğru tekrar çapalama ( ikileme, dip doldurma) işlemi yapılırdı.
Mısır tarlası aynı zamanda bir sebze bahçesi özelliği taşımaktaydı. Mısırla beraber Tarlada kabak, salatalık, domates, fasulye, lahana gibi birçok sebze yetiştirilirdi. Mayıs ayında mısırlar büyümeye başlayınca seyretilir, ağzı geniş “ot kazması”yla “otu kazılır”dı. Aralara ve bazı alanlarına sırık fasulyesi ocaklanırdı. Bu fasulyeler mısırı sırık olarak kullanırdı.
Avlu (çöplük ) denilen kısma mısır ekilmez oraya soğan, sarımsak, kabak, maydonoz, kara lahana ekilir, Evin sebze ambarıydı. Hele kara lahan baş sebzeydi ki olmazsa olmazdı.
Bu sırada bazı köylüler Mahalleliler yaylaya “göçmüş” olduğundan, Mahallenin nufusu ve hayvanları azalırdı. Çok hayvanı olan ve yaylada çambaşında, karagölde, yastıyurt yaylasında otlakları olanlar Mayıs ayında yaylada olurlardı. Bunlardan Mahallede fındığı olanlar Fındık Vaktinde 10 -15 günlüğüne gelip Aybastıdan, Gürgentepeden gelen amelelere fındıklarını toplatır geri dönerler, eylül bitiminde ekim ayında temelli gelirlerdi.
Sonbaharda Ekim ayında mısır tarlalarında, Biçilen mısırlar “çıtırman” yapılıp kurutulurdu.
Mısırlar teker teker koçanlarından ayrılır (soyulur) “çiten” veya “serenti”ye taşınırdı.Koçan soyma her akşam kandil ışığında, imece usulü camlı ışık altında uzun İngiliz mıhı ile soyulurdu. Hızlı hareket edilirdiki mısır soyulmazsa kısa sürede çürürdü. Gündüz başka işler olurdu ki mısır soymalar akşam yapılırdı. Gündüzleri mısırlar güneşe serilir kurutulurdu.
Geride kalan “alaflar”( koçanı alınmış mısır sap demeti ) tekrar çıtırman ( alafların dikine istiflenmesi ) yapılıp bir süre daha kurumaya bırakılır; nihayet tarlaların başında büyük yığınlar yapılır veya samanlıklara taşınırdı.
Mısır ekmeği ve mısır ürünleri en başta gelen besin maddeleriydi. Kışın “çit” (ağaç ve tahtadan yapılmış mısırı koçandan ayırmaya yarayan araç) ve “dibek”te (dövülme kabı ağaçtan, yada taştan oyma kaplarda , “kesmük”ünden ( Mısırdan ayrılmış koçan kısmı) ayrıldıktan sonra su değirmenlerinde öğütülürdü. Süt mısırdan elde edilen unlardan yağlaş ( bir çeşit mısır muhallebisi) yapılır üzerine tereyağ kızdırılır nefis olurdu.
Nizamettin Mahallemizde iki su değirmeni,nde öğütme sonucunda oluşan mısır unu yemek, balık kızartmada, ekmekte kullanılırdı.Değirmende mısır, ağaçtan yapılan “Gödük”lerle ölçülürdü. Değirmenci GÖDÜK başına belli ölçekte değirmenci payını kendine ayırırdı. Yine el değirmeninde kırılan mısırdan çorbalık elde edilir, tavuk yemleri elde edilirdi . Ekmek hemen her evde bulunan “ocaklık”ta saca “bazlama” yapılarak pişirilirdi. “Bileki” taşında pişirilen ekmekler daha lezzetli olurdu. Daha sonraları sobalar ve fırınlı sobalar (kuzine) icat edilip kullanılmaya başlanınca ekmekler kuzinede pişmeye başladı.
Mahallemizde , diğer ilçelerde olduğu gibi 1970’lerden sonra mısır tarlaları gittikçe daralmaya başladı. Halk arazilerini büyütmeye başladı ve beraberinde fındık alanlarını çoğaltmaya başladı. Boztepe mevkisi adı üstünde boz renkte say, pur toprağa sahip boş alandı. Hayvanların otladığı mera idi. 1970 yıllarında Askeri Birlik Tam Boztepenin zirvesindeydi. Halk arasında buraya radar deniliyordu. Askerlerin olduğu yıllarda buraya bu günkü çam ağaçları dikildi. Say, pur toprakta zor şartlar altında çam ağaçları yeşerdi boy attı. 1975 yıllarında tapu Kadastro çalışmaları sonrası buralar sahiplenildi ve yavaş yavaş krizmalar yapıldı. Fındık alanları haline geldi. Boz alanların yerini fındık bahçeleri aldı. Buradan bu yılarda askeri birlik kaldırıldı, alana PTT vericileri yerleştirildi. İlk siyah beyaz Tv istasyonu buradan yayın yapıldı. Buraya ilk karayoluda Taşbaşı Mahallesinden yapıldı, ilk elektrik direkleri dikildi. Özel idarece ilk Boztepe turistik tesis yapıldı. Bugün Tam zirvede bulunan turistik otelin ve teleferik istasyonunun olduğu yerde kar kuyuları vardı. Ordunun buz ihtiyacını görüyordu. Dondurmacılar, büfe vs buz ihtiyacını katırlar vasıtasıyla buradan temin ederlerdi. O yıllarda Orduda Buzdolabı, soğutucular yoktu. 1975 li yıllarda deniz kenarında şimdiki teleferiğin yanında soğuk hava ve buz hane yapıldı. El arabaları ile esnaf buradan ağaç talaşları kaplanmış buz kalıplarını temin ederlerdi.
1980 lerden sonra tüm orduda olduğu gibi fındıklıklar gelişip ürün verince mısır tarlaları azaldı. Sadece avlularda az miktarlarda yetiştirilmeye başlanınca evlerin önündeki serentiler yıkılmaya yüz tuttu, alaf yığınları (mısır sapları hayvan yemi) azaldı. Evlerin etrafındaki meyve ağaçlarının sayısı bile azaldı, yerlerini fındık harmanları aldı.
Fındık meşakkatli iştir. Fındık nazlı bir bitkidir. Soğuk ve sıcaktan çok etkilenir. Her yıl fındık olmaz.Mahallemiz çok engebelidir, dikim, imar, gübreleme, ilaçlama çok zor ve masraflıdır. Mısırda o kadar masraf yoktu. Çok yönlü kullanılıyordu. Ağustosta o engebeli , arazide , zor şartlarda toplanan harmana getirilen fındıklar en az 4-5 günde kurutulur, gece sabaha karşı öbekler halinde tırmıklarla dövülür, savrulur, ayıklanır, çeç ( koçandan ayrılan sade fındık ) olarak kurutulur çuvallanırdı. Mahallede herkes birbirine yardım ederdi. Tüccarlara teslim edilirdi. Çünkü Fındıkçılar tüccarlardan kredi alırlardı. Fiskobirlik üyeliğide olsa Fiskobirlik üreticilere çare olamıyordu demekki. 1980 lerde Fındık patozu denilen araç icat edildi. Yavaş yavaş bu fındık dövme, savurma, ayıklama işlemleri makine ile yapılmaya başlandı isede bu ancak 1990 yıllarında yaygınlaştı. Bugün modern patozlar işleri çok çok kolaylaştırmıştır.
Ağustosta dövme işlemi sonucunda kalan kabsüller patoz olmadığı yıllarda serendilerde, su almayan korunaklı yerlerde istif yapılır fındığın miktarına göre şubat ayına kadar imece olarak ayıklanırdı. Patozdan sonra halk bu işlemden kurtulmuştur. Ağustosta başlayan bu kalan kapsül ayıklama işine ; mısır koçanı soyma işi gelince ara verilirdi. Çünkü mısır koçandan ayrılmasa çürüme olurdu. Mısır ayırma bitince araya son verilir yine boş zamanlarda fındık ayıklamaya devam edilirdi.
Çıtıman ve koçan ayıklama
Orduda bilinmeyen
Arıcılık gerçeği
Ordu İlimiz arıcılıkta Türkiyede, Muğladan sonra 2. Dünyada da ilk sıralarda yer almaktadır. Orduda arıcılıkta Nizamettin Mahallemizde de yaygındır. önceleri karakovan şeklinde, daha sonraları da modern usulde yapılan arıcılık iyi durumdadır.Ancak arıcılık da fındık ziraatinden etkilenmektedir. Çünkü fındığa atılan ilaç arılara zarar verebilmektedir.Bahçeler ilaçlanmadan önce, arı kovanları başka illere , Sivas, güzle ve yaylaya çıkarılmaya başlandı.
Mahallemizde Hayvancılık
gerçeği ve yaylacılık faliyetleri;
Mahallemiz tamamına yakını fındıklarla donatıldığı için otlaklık arazi yoktur. Hayvan beslemek oldukça zahmetli bir iştir. Bu sebeple hayvancılık azalmıştır.
Önceleri dağlık , tepelik, bozkır alanlarında hayvancılık yapılırken kışın ağaç dalları arasında “çıtıl”lara kışlık yapraklar yığılırdı. Ot yığınları, alaf yığınları, gazal (koçan artıkları) serendilerde bulunurdu.
Sofralarda hayvan ürünleri önemli bir yere sahipti; yemeğin sonunda genellikle “soğukluk” (yoğurt, ayran) bulunurdu.Yogurt, süt ağaç yayıklarda yayılır yağ, ayran, keş yapılırdı. Yine Yoğurt, ayran ve tereyağ ağaçtan yapılan “külek”lerde saklanırdı. Mahallemizde külek yapan ustalar yoktu. Bunlar Çambaşında yayla zamanlarında temin edilirdi. Köylüler İlkbaharda Mahallede ekim işleri bittince “Mayısın yedisi”nde (20 Mayıs) “hep birlikte yaylaya çıkılırdı.
Yayla zamanı üstü hartama ile kaplı yayla basit evinde kalınırdı. Yaylada Hayvan sahipleri Evlerin etrafındaki “çevrik”te “dürme” ve “kara pancar” fidesi yetiştirilirdi. Tarlalara patates, mısır, kabak ve çoğunlukla arpa ekilirdi. Çayırların biçilip kurutulması ve ekinlerin harman yapılması gibi işler günü birlik yapılırdı. Orman ve çayırlardan çok çeşitli mantarlar toplanırdı.Yayla zamanı hayvanlardan elde edilen sütler, peynirler, yünler, samanlar Ekim ayına doğru dönüşte getirilirdi. “Cenikliler” güzün terkettikleri evlerin yakılmasını önlemek için Derinçay’lı bekçilere “pey” (ücret) verirlerdi.
Yaylaya çıkış ve dönüş zamanlarında Turnalık yolu yolcu kafilelerindeki hayvanların çanlarıyla şenlenirdi. Kafileler Turnalıkta boş çayırlıkta hayvanlarının yüklerini yıkıp, bir süre mola verirlerdi.
1954 yılında yaylaya ilk araç geldi.Bu yolda önceleri Maraşlıoğulları ile Köroğlu’nun arabaları çalışıyordu. 1960’lı yıllarda Ordu-Çambaşı arası 1 lira idi. Bu zahmetli taşımacılık 1980’li yıllara kadar sürdü
Yaylanın “deli bal”ı meşhurdu; Çambaşı ve Ordu’da kolayca alıcı bulurdu. Çocuklar ladin ağacından topladıkları çam sakızını Çambaşı’nda daha kolay satarlardı. Yaylacılar yayladan dönüşlerde bu çam sakızını ve cacık denen ıtırlı bir bitkiyi komşulara yayla armağanı diye getirirlerdi. Yayladan gelenlerin yüzleri kıpkırmızı ve canlı ferli olurdu ki yayla yaramış derlerdi.
Bu yaylacılık artık çok önemli değişikliklere uğradı ve eski geleneklerin birçoğu tamamen ortadan kalktı. Son yıllarda nüfusun önemli bir kısmı Orduya ve başka şehirlere yerleşti. Bugün eski Nizamettin Kuz köy Mahalle Merkezi az sayıda evlere ve az nufusa hitap etmektedir.Nizamettin Mahallesinin Orduya sınır olan bölgesi Taşocak Mevkiisi, Sali onbaşı Mevkiisi toplu konut alanları ile yine gelen göçlerle kalabalıklaşmış, Adeta yeni başka bir Mahalle oluşmuştur. Boztepe Evleri, Nizamettin Konakları,Hanzade Konakları ve diğer binalar her geçen gün nufusu artırmaktadır. Bir zamanların Ordunun yapılaşması için önemli yer tutan taşocakları ve kireç ocakları yerini toplu konut olarak yapılaşmaya bırakmıştır.
Hayvancılık ve ziraat insanlara
zahmetli, ancak çevre ve kendisiyle barışık bir tecrübe kazandırıyordu.Her yıl
Mahallede başlayıp yine Mahallede son
bulan bu cenik, yayla hareketli yolculuk, aynı zamanda tabiatla uyumlu
yaşayabilmekti.
Hayvancılık ve ziraata dayalı bu hayat tarzı artık mahallemizde gelişen, değişimlerle yok olmuştur. Hayvancılık artık mandıralara yenilmiştir. Tarımda fındık üretimi ile sınırlandırılmış gibidir. Küçük çapta seracılık, kümes hayvancılığı ile yetinilmektedir.
Hakkı ALAY 2/3/2021
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder